kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
28 Kasım 2008, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Engin Ertan: "Bir memleket gibidir okul"

Sinema dergisi
Giriş Saati : 28.11.2008 10:04
Güncelleme : 28.11.2008 22:53
Yeni Haber
Daha önce çeşitli film festivallerinde "İnsan Kaynakları", "İş Yok Zaman Çok" veya "Güneye Doğru" gibi filmlerini izleme imkânı bulduğumuz Fransız yönetmen Laurent Cantet, yeni filmi SINIF" (Entre les murs) ile Altın Palmiye ödülüne uzanmıştı. Geçtiğimiz ay Filmekimi ve 4. Avrasya Uluslararası Film Festivali’nde ülkemizdeki ilk gösterimleri gerçekleşen "Sınıf", gerçek bir okulda, gerçek öğrenci ve öğretmenlerle çekilmiş. Şaşırtıcı olmayacak şekilde ortaya çıkan sonuç da ziyadesiyle realist..
Geçtiğimiz Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü kazanan Laurent Cantet'nin "Sınıf"ı sinema tarihinde okul yıllarına dair en gerçekçi bakışlardan birisini içermekte. Cantet'nin filmi ne sırtını nostaljiye yaslıyor, ne de okul ortamını gerçeklikten bağımsız bir evren olarak tasarlıyor. Filmin oyuncu kadrosu ve sinemasal tercihlerinden anlaşılacağı üzere, yönetmenin öncelikli derdi mümkün olduğunca gerçeğe yaklaşmak. Fakat yakalanmaya çalışılan bu gerçekçilik elbette "Sınıf"ın başka meseleleri de olduğunu ortaya koyuyor.

François Bromanından uyarlanan film gerçek bir okulda, amatör oyuncularla çekilmiş. Esas mesleği öğretmenlik olan Bsenaryoya katkıda bulunmakla kalmamış ve kamera karşısına da geçmiş. Tıpkı filmde rol alan 24 genç gibi, o da gerçek hayattaki kimliğiyle perdeye yansıyor. Bir ders yılı boyunca Fransızca öğretmeni François ve danışmanı olduğu sınıfın öğrencileri arasında yaşananları konu alan film, oyuncu seçimi sayesinde otantik bir ton tutturmayı beceriyor.

Kuşkusuz "Sınıf"ın en büyük başarılarından birisi oyuncu yönetimi. Kesintisiz bir hikâye akışından çok anlar üzerine kurulu olan filmin çatışmalarını ve hedeflenen konsepti amatör bir oyuncu kadrosuna açıklayabilmek yeterince zor olduğu gibi, Cantet doğaçlamadan da mümkün olduğunca faydalanmış.

(...)

Ekip bir yıl boyunca okul sonrası saatlerde öğrenciler için workshoplar düzenlemiş. Kendi isteğiyle bu çalışmalara katılan ve bir yıl boyunca devam eden 50 öğrenciden 24 tanesiyse filmde rol almışlar. Öğrenciler her ne kadar kendi isimleriyle kamera karşısına geçseler ve kendi gündelik deneyimlerinden filme çok şey katsalar bile, Cantet ve Bısrarla gençlerin kurmaca karakterler canlandırdıklarını vurguluyorlar.

Filmin taşıdığı gerçeklik duygusu sadece çekimlerin yapıldığı mekândan ve oyuncu seçiminden kaynaklanmıyor. Cantet öğrencilere asla bir senaryo verilmediğini, sadece çekilecek sahnelerde üzerine tartışılması istenen konuların açıklandığını belirtiyor. Gerisi genç oyuncuların yaratıcılığına ve doğaçlama yeteneğine bırakılmış. Bu tercih ister istemez filmin görsel yapısı için de belirleyici olmuş.

(...)

Büyük bölümü kapalı ve dar bir alanda geçen "Sınıf", sürekli hareketli omuz kamerası ve tartışmaya dahil olan karakterlerini yakın planda yakalamayı tercih eden kadrajlarıyla da "Cinvtarzına yaklaşıyor. İşin ilginç tarafıysa bu derece resimsellikten uzak ve diyalog ağırlıklı filmin asla düşmeyen bir tempoya sahip olması. Cantet uzun bir hazırlık aşamasıyla yakaladığı gerçekçilikten o kadar başarıyla yararlanıyor ki, uzun sayılabilecek süresine rağmen "Sınıf"ın ritmi asla aksamıyor.

Yazının başından beri bahsettiğimiz, neredeyse belgesele yakın tarzın filmde neye hizmet ettiğini de elbette irdelemek gerek. Öncelikle "Sınıf"ın Paris'in banliyölerinde yer alan bir okulda geçtiğini unutmamak lazım. Çoğunlukla alt orta sınıf ailelerin ve göçmenlerin çocuklarının devam ettiği, disiplinin sağlanması açısından zor olarak tanımlanan bir okul da diyebiliriz. Bu tarz okullardaki öğrencilerin genellikle sorunlu veya umutsuz vaka olarak tanımlandığını da elbette biliyoruz. Laurent Cantet bu okulu toplumun ufak bir modeli olarak ele aldığındaysa, eğitim sistemi tarafından dışlanan söz konusu gençlere konuşma hakkı vermiş oluyor. Ne onların içinde yaşadıkları koşulları romantize ediyor, ne de öğretmen karakterini bir ideal olarak gösteriyor. François ve öğrencileri arasında yaşanan tartışmalar her iki tarafın da haklı ve haksız olduğu yönleri ortaya koyma işlevi görüyorlar.

Diğer yandan Cantet eğitim sistemindeki hiyerarşinin ve okul hayatı içerisindeki kimi kuralların ikiyüzlülüğünü göstermekten de çekinmiyor. Sınıf öğretmeni François'nın aynı zamanda Fransızca derslerine giriyor olması boşuna değil. İki taraf arasında yaşanan çoğunlukla dil merkezli tartışmalar, gündelik hayat ve eğitim sistemi veya teori ve pratik arasındaki kopukluğa işaret ediyor. Elbette resmi dil ve gündelik hayattaki kullanımlar arasındaki farklılıklar, filmin sınıf sorununa dair meselesini de netleştiriyor.

Fakat "Sınıf"ın eğitim sistemini bütünüyle karşısına alan bir film olduğunu söylemek de mümkün değil. Uygulamadaki kimi eksikliklere işaret etse bile, Cantet açık şekilde Fransız eğitim sistemine güveniyor. Başka bir deyişle, eğitim sisteminin daha "iyi" insanlar yetiştirmek için doğru bir araç olduğuna inanıyor. Belki de bu sebepten dolayı sosyolojik ve politik bağlamdaki göndermeleri örneğin Lindsay Anderson'ın başyapıtı "If..."te veya Jean Vigo'nun "Hal ve Gidiş Sıfır"ındaki kadar kışkırtıcı veya çarpıcı değil. Fakat bu "Sınıf"ın "Ölü Ozanlar Derneği" benzeri bir yüzeyselliğe sahip olduğu anlamına da gelmiyor elbette. Cantet tavır almaktan çok bir durum tespiti yapmaya çalışıyor. Eğer okul hayatı üzerine bir film çekerken gerçeğe yaklaşmayı ve seyircisinin algısını sürekli açık tutarak onları bu evrene sokmayı esas alırsak, işte o zaman Cantet'nin filmi neredeyse rakipsiz bir konuma erişiyor.