kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
19 Aralık 2008, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Ebru Çeliktuğ: "Yürekteki cehennem"

Sinema dergisi
Giriş Saati : 19.12.2008 10:14
Güncelleme : 19.12.2008 21:30
Yeni Haber
"Mutluluk"tan sonra, bir başka Meryem'in, bu kez kentli bir Meryem'in hikâyesiyle seyirci karşısına çıkan ABDULLAH OĞUZ, İbrahim Altun'un aynı adlı romanından uyarladığı "SICAK"ta suç ve vicdan kavramlarına odaklanan gerilimli bir hikâye anlatıyor...
Sırasıyla "Asmalı Konak", "O Şimdi Asker" ve "Mutluluk"un ardından bu kez bir roman uyarlaması "Sıcak" ile karşımıza çıkan Abdullah Oğuz, töre kurbanı Meryem ile başlayan ve kentli bir Meryem ile devam eden bir üçlemeyi tamamlamayı düşünüyor. Çekimleri Bozcaada'da tamamlanan film, daha çok yer altı edebiyatına yakın eserleriyle tanınan İbrahim Altun'un romanından, Altun ve Oğuz'un ortak çalışmasıyla sekiz yıla yayılan bir süreçte senaryoya uyarlandı. Uyarlama sırasında romandan oldukça farklılaşan hikâyenin başlıca karakterleri Meryem (Ebru Akel), eşi Yusuf (Hazım Körmükçü) ve balıkçı Niko (Cem Özer) sabit kalmakla birlikte pek çok değişiklik yapıldı. Filmde, batık gemilerin enkazını çıkaran bir denizcilik firmasında çalışan Yusuf ve öğretmen eşi Meryem'in, Bozcaada açıklarındaki bir batık için çıktıkları yolculuğun, istemeden işledikleri bir suç nedeniyle nasıl karabasana dönüştüğünü izleyeceğiz. Karısının bir başkasıyla kaçtığını öğrenen Adem ve onun en yakın dostu balıkçı Niko ile kesişen yolları sonrasında hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, Meryem ve Yusuf acı bir şekilde anlayacaklar. Abdullah Oğuz'la yaptığımız söyleşide sinemaya ve sektöre ilişkin görüşlerini ve bu ay izleyeceğimiz filmi "Sıcak"ın yapım serüvenini konuştuk.

(...)

"Sıcak", bir üçlemenin, "Meryem Üçlemesi"nin ikinci filmi. Nedir bu Meryem'lerin derdi, daha doğrusu sizi bu üçlemeyi iten şey ne oldu?
Aslında böyle bir üçleme yoktu başta. Tesadüfen gelişti. Hatta romandaki karakterin adının Meryem olması da tesadüf, okurken gördüm. Aslında o da beni cezbetti, orada da başka bir Meryem'in yolculuğu vardı; şehirli bir Meryem. Bunun bir üçleme olabileceğini düşündüm. Çünkü bundan sonraki proje de hemen hemen hazır ama şimdi söylemek istemiyorum. Orada da başka bir kadın hikâyesi var, o da ilginç bir hikâye: Varoştan gelen, çocukları olan, kocası tarafından devamlı hırpalanan bir kadının yolculuğu

İbrahim Altun romanını seneler önce size taslak olarak getirmiş galiba, yıllar sonra bunun sinemaya aktarılması süreci nasıl gelişti peki?
2000 senesiymiş, bana böyle bir taslak vermiş ama ben İbrahim'i hatırlamıyorum, kimin verdiğini hatırlamıyorum. Üzerinde de "İhanet" yazıyor, çünkü ben o zamanlar böyle bir aldatma hikâyesini sinema filmi yapmak istiyordum. Herhalde o dönemde, ben de böyle bir roman yazdım, oku, diye vermiş. İbrahim'le o dönemde bir dizi projesinde çalışmışız, sadece bir bölümlük. Yüzü gözümün önüne gelmiyor! Sonra yedi sene sonra okudum -hiç atmam öyle şeyleri, evimde yüzlerce senaryo vardır. Tam da bir arayış içindeydim. Okumaya başladım ve bir günde bitirdim. Sonra "İhanet" adıyla aramaya başladık romanı, basılmış mı böyle bir roman diye; bulamadık. Sonra, nasıl oldu bilmiyorum bir gün İbrahim Altun ismini buldum kayıtlarımdan ve romanın "Sıcak" ismiyle yayımlandığını öğrendim. Sonra da aradım, buldum, konuştuk.

Yeraltı edebiyatından bir isim İbrahim Altun değil mi?
Öyle, öbür romanlarını henüz okumadım aslında ama öyle bir ünü var İbrahim'in. Atmosferi çok iyi kurduğunu gördüm romanda, o yüzden "Sıcak" ismi aslında, böyle bir sıcak yerde geçiyor, güneyde Sundance'te yazmış onu. Romandaki lokasyon da Sundance'ti. Sonra ben onu adaya çevirmeye karar verdim.

Bu "Mutluluk"tan çok daha karanlık bir hikâye galiba, değil mi?
Karanlık, evet. Aslında İbrahim'in romanından çok başka bir yerde şu anda.

Bayağı bir değişiklik yapmışsınız senaryoya uyarlarken sanırım.
Çok değişti, beraber yazdık, romandan çok uzaklaştık. Çok ilginç, ben romanı okurken "Bu romandan bir film yapayım" dedim ama, sonradan bir şey fark ettim ki benim yapmak istediğim film bambaşka. O anda ben bir dünya kurmuşum kafamda, başka bir yere gitmişim aslında okurken, kendi filmimi çekiyorum. Sonradan baktığım zaman, bazen "Allah Allah, benim yapmak istediğim film bu roman mıydı?" diyecek kadar uzaklaştığımı fark ediyorum romandan.

Romanla film arasındaki temel farklılıklar hakkında ne söyleyebilirsiniz sonuçta?
Bunu ben "Mutluluk"ta da yaşadım. Orada da Meryem'le Cemal'in hikâyesine odaklanmak istemiştim. Burada öyle değil. Burada roman, daha romantik, daha ilişkiler üzerine hatta erotik ilişkilere dayalı bir romandı. Ben çok daha sert bir film yapmak istediğimi gördüm. O yüzden adayı seçtim. Ada daha izole, kolay kolay kaçışın olmadığı bir yer. Hikâye beni oraya götürdü; biraz daha karanlık, biraz daha sert olsun istedim. Ve ilişkilerden çok, suç ve vicdan kavramları üzerine gitmek istedim. Bunlar, romanda o kadar vurgulanmış değil.

Çekimlere bir gün kala filmi çekmekten vazgeçmenizin sebebi neydi?
Şaka değil, gerçekten 26 versiyon falan yazdık senaryoyu. Mayıs sonunda da çekimler için Sundance'e gittik. Çekime bir gün kala bütün ekibi geri çektim, vazgeçtim çekmekten! Çok sıcaktı, 50 derece falan olacaktı kalsaydık. Çok zor olacaktı o sıcakta çalışmak. Oyunculardan yeteri kadar performans alamayacağımı düşündüm, bilinçaltımda içime sinmeyen bir şeyler vardı, hiç bilmiyorum. 70 kişi birden geri döndük. Sonra eylüle bıraktım filmi. Aslında "Mutluluk"ta çalıştığım görüntü yönetmeni Mirsat'la beş haftada bitirmek zorundaydık, onun programından dolayı. Belki bir etken de oydu. Mirsat eğer film bitmezse gitmek zorundaydı. Çok daha önceden verilmiş bir sözü vardı. Öyle bir strese girmek istemedim galiba. Sonra da bu hikâyeyi bir adaya sıkıştırmanın daha iyi olacağını düşündüm ve Bozcaada'yı buldum.

Çekimler başladıktan sonra oyuncu değişiklikleri de oldu galiba.
Çok. Bir yönetmenin başına gelebilecek en felaket şey herhalde. Filmin başlamasına bir-iki gün kala Hazım, çekimler başladıktan yedi gün sonra da Cem Özer kadroya girdi! Bazı aksiliklerle başladı çekimler. Ben üç oyuncumun da performanslarından memnunum. Oyuncu yönetimiyle ilgili, kendime her zaman pay çıkartıyorum. Bence Ebru bu senenin sürprizlerinde biri olabilir oyunculuğuyla. Çok iyiydi. Erkek oyuncular değişti ama o senaryo çalışmalarının başından beri yanımızda olduğu için Meryem karakterine çok iyi hazırlanmış oldu. Bu büyük bir avantajdı benim için, böylece diğerlerine daha fazla yoğunlaşma fırsatını yakaladım.

Sette nasıl bir yol izliyorsunuz? Bir Abdullah Oğuz filmi setinin ayırt edici özellikleri nelerdir?
Tamamen hikâyeye odaklı bir yol izliyorum aslında. Bir hikâye anlatmak istiyorum. Çünkü, etkileyici resimler, planlar oluşturmak benim için çok kolay çünkü reklamdan geliyorum, 23 yaşımdan beri moda dergilerine bakıyorum, öyle bir estetik anlayışım varBir sahneyi çekmeden evvel dekupajlar yapmam, kafamda hazırlamam, bir mekana girdiğim andan itibaren orada kuruyorum sahnemi, o kadar çabuk hareket ediyorum. Bu büyük avantaj bir defaDirekt açıyı veriyorum, o anda kafamda dekupajı yapıyorum ve hemen asistanıma söylüyorum, çekip bitiriyoruz. Dolayısıyla da hikâyeye odaklıyım, resim arkadan geliyor benim sinemamda. Ve oyuncu performansı gerçekten çok önemli benim için, buna çok önem veriyorum.

Hayal ettiğiniz performansı almak için nasıl bir ilişki kuruyorsunuz oyuncularınızla?
Oyuncularıma haksızlık etmemek için bazı çok ağır sahnelerde birkaç tekrarda bitirmeye çalışırım ama bu filmde bir karıkoca sahnesi vardı, gerçekten bir günde çektim. Ebru'nun bir mektup okuma sahnesi vardı yine, 15 tekrar çektim. Çok ağır sahneler bunlar. O zaman üzülüyorum onlar için. O anda sette herhangi bir teknik hatadan dolayı bir daha almak zorunda kalırsak o sahneyi, çok üzülüyorum, onların performanslarına dayalı ağır sahnelerde direkt yakınlarından başlarım sırf onları az yormak için. Hep en başta oyuncuyu düşünürüm, bu önemli bir şey benim için. Benim ekibim de bunu bilir. Geçenlerde oyuncularla röportajlar yapmışlar. Cem Özer, "Abdullah Oğuz ile çalışmak nasıl?" sorusuna, "Zorlamadan zorlayan bir yönetmen" demiş, "Hiç farkında olmuyorsunuz, zorlamıyor gibi görünüyor ama sizi öyle bir zorluyor ki, istediğini alıyor bir şekilde." Bazen eski filmlerimde oynayan oyuncularımla yapılmış röportajlarda görürüm, "Bizi serbest bırakıyor" gibi laflar söylerler. Hayatta serbest bırakmam aslında, onların içinden öyle söylemek gelir genelde, çünkü daha iyi hissederler kendilerini; çünkü o sırada onların iyi performansları konuşuluyordur zatenAma aslında hiç öyle değildir. Serbest bırakmam ama öyle hissettiririm.

Peki senaryoya bağlı kalınır mı setinizde, yoksa mesela diyaloglarda doğaçlamaya imkan tanır mısınız?
Çok fazla değil, çünkü çok iyi düşünülmüş bir şey var ortada. Sadece ağza uydurmada bir pürüz varsa olabilir. Doğaçlamanın sınırı o olmalı. Çok da fazla doğaçlamaya müsamaha etmem. Önceden provasını yaparım sahnenin. Burada tabii fazla şansım yoktu, bir buçuk gün, o da Hazım ve Ebru'yla yaptım sadece prova. Cem ile hiç prova yapma şansım olmadı. Normalde değişiklikleri provalarda yaptığım için sete fazla bir şey kalmıyor. Provaya çok inanan bir yönetmenim ben, ama onun da dozunu bilirim. Çok fazla o sınırın dışına geçmem, fazla zorlamam ki sete de performans kalsın.

"Mutluluk"la ödüller de aldınız, gişede başarılı da oldunuz. Bu filmin gişesiyle ilgili bir öngörünüz var mı?
Bunun formülünü hiçbirimiz bilmiyoruz! Bunu "Mutluluk"ta yakaladım ama burada ne yaparım bilmiyorum. Çağan'ın son filmi bence iş yapacak mesela. Bakıyorum her gün birileri yazıyor; bu önemli bence, medyanın, özellikle basının gücü önemliBu filmi 30 kişiye seyrettirdim feedback almak için. Bir kere enteresan bir tür, bir gerilim filmi, Türkiye'de çok yapılmamış bir iş. Karşılığı ne olur bilmiyorum. Nedense hep "enteresan bir film" lafı çıkıyor ağzımdan, bir enteresanlık var! Ama 2 trilyon para harcıyorsunuz, 500.000 kişi gelirse ancak paranızı kurtaracaksınız. Aynı zamanda filmin yapımcısısınız. Kâr etmeyi bir kenara koyduk, sırf zarar etmemek adına yola çıkıyoruz artık. Bu kötü tabii, arkadan bir daha çekmemiz lazım. Ama Çağan'ın filmini gördüm ve beğendim. Sinema adına iyi bir film. Çok iş yapacak, bunu yapımcı tarafım söylüyor. Çünkü böyle bir açlık var piyasada, onu kapatacak. İlişki filmi ama karakterler genç. Romantik, bazen romantik komedi tadında, içinde dramı da olan, Beyoğlu'nun fonda çok iyi kullanıldığı bir film. Anlıyorsunuz iş yapacağını. Tabii medyanın da gücünü hesaba katmak lazım. Kadın köşe yazarları ağladıklarını yazıyorlar filmde. Ağlamak gişeye endeksli bir kıstas durumunda.

(...)

Son yıllarda gelinen noktada Türk sinemasını nasıl buluyorsunuz?

Bence gözle görülür bir sıçrama, iyileşme var. Alternatif işler çıkmaya başladı. Onur (Ünlü) "Polis" diye bir film yaptı; ben sevmedim ama bir sürü insan çıktı dedi ki "Farklı bir iş." Kesinlikle katılıyorum, çünkü denemek lazım, sinema öyle bir şey. Bence standart ve kalite yükseliyor yavaş yavaş. Bir kere teknik ekipman Türkiye'de zaten var. Reklam sektörü sinema sektörüne çok olumlu anlamda destek verdi. Yabancı görüntü yönetmenleriyle çalışıyoruz. Onların getirdiği kaliteyi görüyorsunuz. İmkânlar var, bu imkânları kullanabilecek elemanlar yetişiyor. En büyük sıkıntının hâlâ senaryo olduğunu düşünüyorum. Ve ayrıca "Şu kadar adam şu kadar Türk filmine gitmiş" şeklindeki grafikler bizi aldatıyor hep. Çünkü mesela "Organize İşler" veya "G.O.R.A" gibi bir iş çıkmışsa, o oran %20 daha artıyor. Oysa tek filmle yapılan sıçrama bir şey değil. Öte yandan çok film çekilmeye başlandı, bence bu da iyi. Bu arada Kültür Bakanlığı'nın vermiş olduğu destek nereden baksanız önemli bir destek; hele böyle küçük bütçelerle bağımsız film yapmaya çalışan arkadaşlar için. Dolayısıyla daha çok sinema yapmak isteyen kişi sinema yapma şansını buluyor. 20 yerine 50 tane film çıktığı zaman, içindeki başarı oranı da yükselmeye başlıyor. Deneysel bir takım işler çıkıyor, çok kötü işler de çıkıyor ama olacak bunlar. Dünyada baktığınız zaman Ferzan Özpetek'in, Fatih Akın'ın, Nuri Bilge Ceylan'ın işleri konuşuluyor. Enteresandır "Mutluluk" o kadar iyi karşılandı ki yurtdışında. Bunu bana görüntü yönetmenim Mirsat söyledi. "Avrupa'da o kadar çok yönetmen senin yeni filmini bekliyor ki" dedi. Orası da bir lobi ve o kulvara girmeye başladığın zaman insanlar ağızdan ağza filmlerinden bahsetmeye başlıyor. Bir defa bu ülkede hikâye anlamında çok şanslıyız ama hâlâ çok senarist olmadığını düşünüyorum, bu da kötü tabii.

Peki "Sıcak"ın bahsettiğiniz kulvarda dikkat çekecek bir film olduğuna inanıyor musunuz?
"Çekeyim de inşallah zarar etmeyiz" düşüncesiyle iş yapılır mı? İnsan böyle düşünerek bir film çeker mi, hem de yapımcıysan. Ama sinema öyle bir şey işteHele ben 7000 saat televizyonda "prime time" iş yapmış bir adam olarak, hangi filmi yaparsam kâr ederim biliyorum. Bir popcorn filmi yapmayı en iyi bilenlerden biriyim ama işte hem yönetmen hem yapımcı olduğunuz zaman, yönetmenlik ağır basıyor ve hikâyeyi çekmek istiyorsunuz. Ve bir de artık hep yurtdışını düşünerek çekiyorum. Dolayısıyla "Sıcak" bence inşallah yine yurt dışında festivallerde dikkat çekecek bir film olacak diye düşünüyorum.