|
Sörfçü, şair, filozof, tasarımcı
|
|
Arik Levy, günümüzün "filozof" tasarımcılarından. Özellikle de aydınlatmadaki iddialı ürünler onun imzasını taşıyor. Levy, "Önemli olan yeni alanlar keşfetmem" diyor.
İsrailli bir sörfçü, sörf malzemeleri satan bir dükkanı var. Bir yandan da tasarımcı. İki hayatı birbirine karışıyor ve sörfçü olması işine yarıyor. İsrail ve Avrupa'da rüzgar sörfü endüstrisine tasarım yapmaya başlıyor. 27 yaşında İsrail'i terk edip İsviçre'ye endüstriyel tasarım okumaya gidiyor. Sonra Seiko Epson tasarım ödülünü kazanarak, kendisini Tokyo'da buluyor. Şimdi ise tasarım kariyerini Paris'te sürdürüyor. Neden Paris de, Londra değil? Tabii ki aşk, onu Paris'e getiren ve yerleşmesini sağlayan. Arik Levy günümüzün en yaratıcı, şiirsel ve filozof tasarımcılarından biri. Aydınlatma konusunda hem malzeme hem de teknik olarak en yeni tasarımlar ona ait. Sadece aydınlatmada değil tüm tasarım alanlarında Arik Levy ismine rastlayabilirsiniz, kurum kimliği ve sahne tasarımı da dahil. Ona göre her ne tasarladı ise yalın olmalı çünkü ürünün gerçek değeri fonksiyonunda ya da süsünde değil. Özenti tasarımları hiç sevmiyor, "Her ürün veya mekan kendine özgü olmalı" diyor.
İLLÜZYON YARATIYOR Yaptığı işe tutkuyla bağlı. İnsanlarla, objelerle ve projelerle direkt ilişki kuruyor. Paris'te stüdyosunu gördüğümde "İşte bir tane daha artistik, deneysel parçalarla ilgilenen yetenekli, yaratıcı ama narsisist bir tasarımcı" diye düşündüm. Beni böyle düşünmeye küçük metal parçalarını birleştirerek tasarladığı abajur, kablolarla yarattığı aydınlatmalar, porselenle plastiği birleştirerek oluşturduğu tabaklar, bal peteği kartondan objeler itti. Ancak onu tanımaya başlayınca çok çabuk adapte olabildiğini, teknik konulara müthiş hakim olduğunu ve akılcı tasarımların onun için ön sırada geldiğini anladım. Levy herhangi birşeyi tasarlarken fonksiyonu ön plana alıyor, müşterisini çok iyi tanıyor ve üretim süreçlerine göre tasarımını geliştiriyor. Tasarlarken ve yaratırken coşkulu, duygularını katıyor ve bildiğimiz kanape birden değişip başka bir dille hayat buluyor. Sadece ürünler değil tasarladığı mekanlar da aynı duyusal kaliteye sahip. Cartier, Paris'teki merkez binasının tasarımı için büyük bir yarışma açmış. Onlarca mimar ve tasarımcı ile görüşmüş, hiçbiri içine sinmemiş. Ünlü mobilya üreticisi İsviçreli Vitra, Arik Levy ile birlikte Cartier'e bir sunuş yapmışlar. Tüm yöneticiler Levy'nin akılcı tasarımı ve çözümleri karşısında hayranlıklarını belirtip hiç düşünmeden işi ona vermişler. Bu birçok tasarımcının hayalinde olan bir proje, düşünsenize 20 bin metrekarelik alanı komple tasarlayacaksınız ve tüm üniteler özel tasarlanıp üretilecek. Arik için Cartier projesinin özel bir yeri var, tüm binayı şeffaf yapmış, içinde de transparan bölmeler gerçek üstü bir illüzyon yaratıyor. Zaten hedefi de; burada çalışanların hayal güçlerini geliştirmeleri, ruhlarını keşfetmeleri ve daha verimli olmalarını sağlamak.
AŞK HER ŞEYE DEĞER Malzeme, onun tasarım sürecinin en önemli kaynağı. Ancak bunu da fazla abartmıyor, "Malzeme sonuçta ürünün genetik kodu. Ürün ortaya çıktığı zaman tasarım sürecinde herhangi bir hiyerarşi görmüyorum. Ürün mü, malzeme mi, fikir mi birbirinden daha önemli diye sorsanız, hepsi hayır. Benim için daha önce keşfetmediğim alanları keşfetmek önemli. Kolay olan hiçbir şeyi ve uzmanlaşmayı sevmiyorum. İcat etmek - işte her şeyin başı ve sonu bu". Fransız Ligne Roset, Sentou ve Vitra ürün tasarladığı firmalardan birkaçı. Hepsi için tasarladığı ürün tipolojisi ve malzemesi farklı olmasına rağmen ortak tek nokta var; şiirsel boyut. Arkasında bir dolu proje, sergi olmasına rağmen olağanüstü alçak gönüllü, televizyon ve basında sürekli yer almasına rağmen medya ve star sistemi kurbanı değil. Sanırım böyle olabilmek tasarımcıları daha büyütüyor. En son sergisi bir ay önce Kore'de açılmış ve Arik serginin adını "Aşk her şeye değer" koymuş. Bu sergide ailesine, çocuğuna, sevgilisine, ürünlerine, çiçeklere, perdeye, vs. duyduğu aşkı film, fotoğraf ve objelerle anlatmış. Dikkatimi en çok çeken en sevdiği varlıkları ve dış dünyaya açılan pencereyi "korku" diye tanımlaması. "Neden?" diye sordum. "Gerçek konularla ilgilenince başka birşey yapamıyorum, tüm iletişimim kopuyor ve o zaman korkuyorum. Kişisel tecrübelerim içimde çok güçlü ve işimin büyük bir bölümünde bunu yansıtıyorum" diyor. Arik Levy kendisini herhangi bir tasarım akımına veya düşünce sistemine ait olarak görmüyor. Ona göre bir ürün ne ise o olmalı, sandalye sandalye gibi, logo logo gibi. Hepsini en doğal haliyle görmek ve yansıtmak istiyor. "Tasarım çok değerli olmamalı, tamamen deneylemek, test etmek, hata yapmak ve sonunda doğruyu görmek." Paris'te yabancı olarak çalışmanın hiçbir zorluğunu görmemiş, aksine tüm davranış kodlarından arınmış olarak daha iyi yaratabilmiş ve bunu avantaj olarak görüyor. Her zaman kendi içgüdüsüne güveniyor, şekiller ve duygular onun tasarımının ana parçalarını oluşturuyor. Her ne kadar bana onun güzelliğe düşkün, şiirsel yönüyle malzemeleri en yalın, süslemeden, çirkin halleriyle bırakmasıyla çelişiyor gibi geldiyse de, o hemen karşı çıktı "Malzeme ve formun güzelliği basitliğindedir. Herhangi birşeyi kaplamadan, kamufle etmeden ham haliyle bırakmak, onu daha güzel ve duygusal kılar." En ilginci de, yazdığı üç kitapta kendini inanılmaz açması ve olduğu gibi sergilemesi. Bunu çoğumuz yapamayız, kendimizi çıplak hissederiz. Arik için ise durum tam tersi.. "İnsanın duyusal kanallarını açması her iki tarafa da dürüst ve açık iletişim imkanı veriyor. Almak istiyorsam vermesini bilmeliyim. İnsanlara kendi eserim ve işlerim aracılığı ile duygusal etkileşim vermeyi seviyorum."
|