|
70'lerin pop kültür ve nostaljisi
|
|
Tasarımlarıyla her zaman ses getiren mimar Mahmut Anlar, Beyoğlu'ndaki otel projesiyle bir kez daha dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Anlar "Önemli olan mekanın nefes alması" diyor.
Onu yıllardır tanırım, hep aynı enerji, aynı heyecan.. Her ne kadar "Artık duruldum" dese de ona hiç inanmıyorum, Mahmut Anlar gittikçe daha coşkulu, daha meraklı, daha araştırmacı olarak mimari kariyerini tırmandırıyor. En son projesi bir otel, İstanbul'da ve de Beyoğlu'nda. Anlar için burası çok önemli çünkü ilk otel projesi. nn Marmara Pera'da gördüğüm kadarı ile sadece iç mimari tasarımı yapmamış aynı zamanda tüm yaşam konseptlerini de tasarlamışsın. Otelin kimliğini kurgulamak mimari projenin bir parçası mı? Tüm projelerimde olduğu gibi mekanın yaşaması ve ürünün adını en baştan koymak çok önemli. Burada ne satılacak, diye kendime sorarım. Bu otelde yaşam tarzı ve eğlence satıyorlar, klasik otel anlayışının çok dışında. Restoran, sanat galerisi, sinema salonu, tasarım mağazası, kitapçı hepsi kendi konusunda başarılı olmuş bir gruba verilecek, mekanlar arasında ayrım olmayacak. Otele girdikten sonra, hiçbir kapıdan geçmeksizin pastaneden kafeye, bir merdivenle sanat galerisine inilebilecek. Sanatla iç içe bir konsept otel yaptık, dizayn otel değil. Hiçbir tasarım kaygımız yok. Buraya hem yurtiçinden hem yurtdışından gelmesini amaçladığımız insan kitlesinin adını koyduk. Herkese açık bir otel, lüksü maddede değil, manada arayan insanlar istiyoruz belki de. Yani lüks kavramı artık o kadar enteresan bir hale geldi ki tasvir edemiyorsunuz.
* Nedir lüks? 15 sene önce jakuzi lükstü ama artık değil. Gerek tüketimde, gerek tasarımda veya ilişkilerimizde öyle bir doyum noktasına geldik ki artık hiçbir şey bizi tatmin etmiyor. Biz de olması gerekene dönelim dedik. Tünel ve Tepebaşı bölgesi, uzun senelerdir Beyoğlu'nda özlenen ortamı yarattı. Beyoğlu İstanbul'un Soho'su haline geldi. Aynı mantalitede insanlar bir araya geldi ve birbiri ardına daha buralı yerler oluşmaya başladı. Son 2 senedir, ciddi anlamda bir sinerji sözkonusu ve gitgide artacak. Otelin konseptini yaratırken, 30'lu 40'lı yılların rafineliğini (Şapkasız çay içilmeye gidilmeyen Beyoğlu), kirli halini (Mor ışıkları, neonları ve otrişleriyle kitsch Beyoğlu) ve son 20 senenin pırıl pırıl gençliğini bir araya getirdik. Bu otel önce Etap olarak açıldı, sonra Mercure Otel oldu şimdi The Marmara. 3 kere dekorasyonu değişti. Eski dekorasyonun çizgilerini birleştirerek bir sentez oluşturduk burada, Beyoğlu gibi kozmopolit oldu.
* Lobide görüyorsun, şu anda oturduğumuz koltukların hepsi ayrı bir döneme ait. Evet, bu sini 60-70'lerde Anadolu'nun çok bilinen bir objesi. O dönemdeki dairesel formlara, biz de kendimizden bir şey katmışız, özellikle kullandım. Beyoğlu'nun 2. kelimesi sinerji, bunu otelde de yakalamak istedik. Otelin kafesi, bir klasik olmuş adeta. Cafe Marmara snob değil, her kesim ve kültürden insanı orada görebilirsiniz. Sevilen bir mekanın ikincisini yaratmak kolay olmadığından, konsepti buraya aktarırken kafenin klasikleşmiş bambu sandalyelerini kullandık (Tıpkı Cumhuriyet gazinosunda olduğu gibi)...
* Bazı otellere girersin, lobi boştur. Lobi şimdi restoranın içinde ve iç içe olması hakikaten her yeri yaşatacak. Sınır koymadık ve açıkçası mevcut mimariyle fazla oynamadık. Çünkü dizayn otellere gittiğimiz zaman, hangi şehirde olduğumuzu anlamıyoruz. Tokyo'da da, New York'ta da aynı otel. Buraya ise "Ne zaman kapanmıştı ki" hissini vermek istedik. Bu nedenle oldukça nostalji kokan fakat mimari zenginliği abartılmamış bir otel yapmaya çalıştık.
* Tasarladığın mekanlar, insanların kaynaşmasını sağlamak istercesine genelde birbirine açık oluyor, Anjelique, Buz gibi.. Bunu özellikle mi yapıyorsun? Dizayn ettiğim mekana aşık olmak yerine içinde insan görmek isterim. Amacımız insana ulaşmak ise bazı sınırları kaldırmak gerekir. Önemli olan mekandaki nefes ve enerji.
* Oteli "Özellikle tasarımsal anlamda süslemedim" dedin. Bu, odalarda dikkati çekiyor. Odaların boyutları belliydi, dışına taşamıyoruz. Biz de tasarımı ön plana çıkartmaktansa, klasik otel odasında olması gerekenleri öne çıkardık. Yatak, gardırop, banyo, tuvalet, okuma ve yazışma koltuğu. Sadece bir aydınlatma var. Ferahlık ve huzur hissini veren Beyoğlu dokulu malzemeler kullandık.
* İstanbul'daki restoran ve eğlence mekanlarının yarısından çoğu senin tasarımın sanırım ama hep mekanlar ön plana çıkıyor. Geri planda mı kalmak istiyorsun? Bilinçli olarak yapmıyorum. Çok severek yaptığım bir işim, çok renkli bir hayatım var. Tabii ki eksikliklerim var ama sevgi ve duygu anlamında çok tatminkar bir insanım. Hiçbir zaman en yükseklerde olma kaygım yok. Doğru, belli bir kültüre ve standarta oturan her çizginin arkasındayım. Mesela Wanna'da neden bir bir ejderha origamisi ile insanları salona aldım? Origami Uzakdoğu'da kağıt katlama sanatı. Oradaki asıl amaç, insanların girişten bara doğru sürekliliğini vurgulamak. Origami dıştan başlıyor, camı deliyor, içe giriyor. Aynı şekilde, içteki ışıklar da dışa çıkıyor.
* Modayı sevmiyorsun, moda olmayan mekanlar yapıyorsun. Ama o mekanların modası geçmiyor. Başlarda bir süre dergileri, ağabeylerimin yaptıklarını takip ettim. Ama son 5-6 senedir olması gereken çizgiyi koyuyorum. Bir bakıyorsunuz pavyonda kitsch bir deneme yapıyorum, arkasından minimal bir restoran (Vogue), sonra da pat diye Buzada geliyor. Önemli olan, doğru çizgiyi ortaya koymak, moda olan çizgiyi değil.
* 70'lerde olsaydın, o disko atmosferini yansıtırdın bence. Belki de Aslan burcu orada kendini ortaya çıkarıyor; şaşaa, disko, gece hayatı. Ama gece hayatının çok fazla içinde değilsin. Eskiden çok içindeydim ama artık o kadar değil. Gecenin ruhunu anlamayan insan bu işi yapamıyor.
* Yanlış hatırlamıyorsam İstanbul'da ciddi köklü bir geçmişiniz var. Büyük dedem, o dönemin en düzgün gazinolarına sahipti. Taksim'deki Kristal gazinosu, Dolmabahçe'deki Küçükçiftlik parkı (Zeki Müren'in ilk sahneye çıktığı yer), Casablanca gazinosu, Sarayburnu'nda bir balık lokantası. Diğer dedem de, eski karikatüristlerden. Bana çizgi anlamında ilk yol gösterenlerden biri. Küçüklüğümde onunla çok zaman geçirdim. Bunların bir karışımı var.
* Eğlence hayatını iyi yorumlamanın sebebi bence bu. Bundan sonraki kişisel hedeflerin ne? Son dönemde, benimle birlikte popüler mimarlık diye bir şey yaratıldı. Yani mekanların işlemesi/ işlememesi bile neredeyse bana malolmaya başladı. Eskiden mimar bir mekanı yapar, çok güzel ama işletemediler derlerdi. Şimdi neredeyse "Onun yaptığı yer hep işler, çok kazanır" ya da "Bu sefer de yapamadı, beceremedi" gibi her türlü artı/eksi şeyleri de bünyeme aldım. Bu çizgi devam edecek ama dönemsel olarak aynı tarzda mekanlar yaratmaktan sıkılıyorum, bir süre ara vereceğim. Hayatım sonuna kadar renkli geçecek. DİZAYN ettiğim mekana aşık olmak yerine içinde insan görmek isterim. Amacımız insana ulaşmak ise bazı sınırları kaldırmak gerekir
|