kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
16 Kasım 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
SOLİ ÖZEL

İçerisi-dışarısı

Dün Başbakan Erdoğan'ın Brookings Enstitüsü'nde yaptığı konuşmayı izleyenlerden hiç değilse bir kısmı anlaşılan kayda değer bir şey dinlememiş olmaktan şikâyetçiydi. Brookings Enstitüsü şu sıralarda Demokratlara yakın herkesin kendine koltuk veya görev beğendiği ve bunu elde etmek için kıyasıya bir mücadele içine girdiği Obama yönetimine yakın bir kuruluş. Çalışanları arasında Obama'nın kampanyasına katılanlar, yeni başkanın dünyaya bakışının, dış politika anlayışının şekillenmesine katkıda bulunmuş olanlar var.
İki yıla yakındır TÜSİAD ile birlikte, Türkiye programı çerçevesinde konferanslar düzenliyor. Yani bu konuda da gelecek yönetimin bakış açısını etkileyecek Türkiye'ye yönelik politikanın esaslarının nasıl şekilleneceği üzerinde söz sahibi olabilecek bir kurum. Dolayısıyla Başbakan keşke böylesi merkezi konumdaki bir kurumda Türkiye'nin temel yaklaşımları, geleceğe yönelik hükümet vizyonu, Kürt meselesi, demokrasinin derinleşmesi, AB ilişkileri Türkiye'nin ABD ile ilişkilerinin geleceğini nasıl tasavvur ettiği, ne tür bir vizyona sahip olduğu hakkında konulara vakıf bu topluluğa yeni ufuklar açacak bir düzeyde konuşsaydı .
Giderek daha açık şekilde ortaya çıkacağı gibi Obama yönetiminin dış politika tercihlerinde Türkiye önemli bir yer tutacak. Başkanın dış politika gündeminin en tepesindeki konuların hepsinde Türkiye ABD'ye yardımcı olabilecek, katkıda bulunabilecek bir konumda. Geçmiştekine benzer yanlış anlamaların, kırılganlıkların önlenebilmesi açısından da iki tarafın birbirilerini çok iyi anlamalarında yarar var. Böylesi bir hedef için
gayri resmi imkanların da değerlendirilmesi büyük önem taşır. Amerikalılar'ın şu sıralarda kafasını karıştıran en önemli konu herhalde hükümetin Irak Kürtlerine yönelik politikalarındaki açıklıkla Türkiye'deki Kürtlere yönelik söylem ve politikalarındaki sertlik arasındaki çelişki olsa gerek. Uzun zamandır Başbakan Erdoğan Kürt meselesiyle PKK'nın terörizmi arasına bir mesafe koymadan konuşuyor. Ülkedeki etnik fay hattını daha da gerecek bir söylemi benimsiyor.

Kürtlere yaklaşım değişmeli
Ruşen Çakır'a göre bu tutum AKP'deki Kürt kökenli milletvekillerini de şaşırtıyor. Bunlardan birisi "Başbakan'ın pozitif ve negatif yönlerine birlikte bakmalıyız. Tamam, çok sert şeyler söylüyor ama bu arada 'anayasal vatandaşlık', 'üst kimlik' gibi kavramlarda da ısrar ediyor bunları bilinçlere kazıyor. İşte çözüm uzun vadede bu temellerden ortaya çıkacak. Bu yüzden konjonktüre kapılıp kalmamak lazım" diyerek umudunu koruduğunu vurguluyor.
Aynı zamanda hükümetin Irak Kürtlerine yönelik şaşırtıcı ve desteklenmesi gereken açılımları var. Irak Kürtlerinin Washington'daki baş destekleyicilerinden Peter Galbraith bir mülakatta "Kürtlere gelince Türkiye'nin yaklaşımında bir değişiklik oldu. Bir zamanlar bağımsız Kürdistan fikrinin ya da fiilen bağımsız bir Kürdistan'ın Türkiye açısından hayati bir tehdit olduğunu düşünüyorlardı. Ancak giderek Türkler de bunun bir emrivaki olduğunu anladılar...Üstelik fırsatlar da var. Sonuçta Kürtler de laik, Batı yanlısı ve tıpkı Türkler gibi demokratik olmaya çalışıyorlar" tespitini yapmış.
Geçen hafta "Türkiye ve Irak Kürtleri" başlıklı bir rapor yayınlayan Uluslararası Kriz Grubu (ICG) da "Türkiye de artık sorunun Irak'ın federal mi üniter mi olacağı değil nasıl bir federasyon olacağına ve merkezi hükümetin gücünün sınırlarına odaklandığını anladı. Kürtler, Araplar ve Türkmenlerin hak iddia ettikleri Kerkük konusunda da bir orta yol politikası izledi. Yalnızca Türkmenler'e yaslanmaktansa şehrin çok etnikli/dinli yapısının korunmasına odaklandı. Böyle yaparak Kürtler'in, bağımsızlık için gerekli ekonomik özerkliğe kavuşmak amacıyla mutlaka ihtiyaç duydukları petrol zengini bölge üzerindeki dışlayıcı hak taleplerini engelleyebilir" gözlemini yapmış.
Cumhuriyet'in kuruluşundan beri süregelen sınırötesi Kürtlere yaklaşım bu denli köklü bir şekilde değişirken, içeride kuruluş döneminin zihniyet, yaklaşım ve siyasetlerini sürdürmek herhalde mümkün olmayacaktır.