Testi galiba sonunda iyice çatladı. Bundan yaklaşık birbuçuk yıl önce şehit düşen bir erin annesinin "
vatan sağolsun demiyorum" mealinde bir sözü etmesiyle zaten bir ufak kırık belirmişti üzerinde. Aktütün Jandarma Sınır karakolunda, geçen yılki hala detayları aydınlanmamış Dağlıca baskının neredeyse tam bir yıl sonrasında, önceden istihbar edilmiş üstelik de saatler sürmüş bir saldırının ardından kaybedilen gencecik canlarla nihayet şu soru sorulmaya başlandı:
"Bunun sorumlusu kim? Ordu nasıl böylesi bir başarısızlık yaşıyor? Ve neden 25 yıldır ölüm durmuyor?" Bunları belki de en keskin şekilde bu gazetenin, kendi deyimiyle en "Cumhuriyetçi" yazarı yani
Hıncal Uluç gündeme getirdi son iki gündür.
Saldırının ardından sarfedilen sözlerin,
vaadlerin resmi açıklamaların boş ve anlamsız olduğuna kuşku yok. Eski senaryo içinden söylenecek yeni bir şey kalmadığına da. Gerçekten de
Türkiye yeni bir senaryonun içinden söylenecek sözler bulmak, bugüne dek
denemediğini denemek zorunda. Yoksa bu ağırlığın altında
göçme tehlikesi giderek artıyor . Yaşanan facianın sorumluluğunu ona buna yüklemenin de alemi yok. Sonuçta sorun bizim sorunumuz,
çözemeyen ya da inatla çözmek istemeyen, çözülmemesi için toplum içinde kolay giderilemeyecek gerilimler yaşanmasına dahi göz yuman toplu olarak biziz.
Ne kuzey Iraklı Kürtler ne Amerikalılar ne de başkası bu işi bizim adımıza çözemezler. Ya da bizim yaşadıklarımız yalnızca onların melanetinden kaynaklanmaz.
Gerçekleri görmemek, görürsek anlamamak, anlasak da yüzleşmemek gibi hemen her konuda geçerli özelliklerimiz nedeniyle biz bu konuda,
Kürt meselesinde ve onun çözümünde çuvallıyoruz. Hayatın her zerresine sinen, çifte standartla barışık yaşama alışkanlığı da körleştirici unsurlardan birisi.
Sadece terör meselesi değil Türkiye'de yaşayanlar
Bulgaristan'da komünist rejim Türklerin adlarını değiştirmeye çalıştığında isyan etmişlerdi. Aynı günlerde
Türkiye'de bu devletin vatandaşları kendi çocuklarına istedikleri isimleri veremiyorlardı.
Türkiye ve Türk toplumu Irak'ta Türkmenlerin kendi dillerini konuşması, kendi dilinde eğitim görmesi, eşit olarak kendi kimliğiyle siyasete katılması konularında çok hassas. Aynı şeyleri
Türkiye'deki Kürtler istediğinde ise buna itiraz ediyor.
PKK Kürt meselesinden doğmuştur. Bu mesele yalnızca terör meselesi değildir; işaş meselesi değildir, yalnızca bir sosyal mesele değildir.
Siyasidir ve siyaset ile çözülmesi şarttır. PKK bundan beslenir
. PKK'nın şiddete olan düşkünlüğü, kimseye sunabileceği insanca bir gelecek bulunmaması,
Türkiye'de yaşayan Kürtlerin hayrını değil kendi örgütsel çıkarlarını ön plana çıkarması bu etkileşimi önlemez.
Devleti çökertemez tabii ama ülkenin huzur bulup işine bakmasını, kendisine bir gelecek kurmasını engeller. Son tahlilde bu mesele Silahlı Kuvvetlerin meselesi de değildir. Eğer TSK hala bu konuda tek söz sahibi olmak istiyorsa sivil siyaset buna izin vermemekle yükümlüdür. Eğer bunu yapabilecek cesarete sahip değilse o zaman
siyasetçi kendisini seçenleri aldatmaktadır. Eğer bunu yapmaması konu hakkında tutarlı, derinlemesine düşünülmüş, dünyanın ve
Türkiye'nin bugünkü şartlarını göz önünde bulunduran ve hepsinden önemlisi insan haklarına saygılı, hukuka inanarak üretilmiş bir vizyonu olmamasındansa o zaman da ülkeye kötülük etmektedir.
Yazık ki
Türk siyasetçisinin ne doğru olanı yapacak cesareti ne de doğruyu bulacak donanımı ve yaratıcılığı var. Bu tavırla ülkeyi ateşe doğru sürüklüyorlar.
Yayın tarihi: 9 Ekim 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/09//haber,0DED1459FE8A490AA38AE130F37842F6.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.