Biteviye aynı tartışmaların yapıldığı ve bu tartışmalarda hep aynı şeylerin söylendiği bir ülkede yaşamak kolay değil. Tartışmaya taraf olan kesimlerin karşılarındakini dinlemek veya anlamaya çalışmak bir yana günahkâr sayılıp çarpılırım korkusuyla herhalde hep aynı sözleri tekrarlamalarında da insana bıkkınlık veren bir taraf var.
Anayasa Mahkemesi'nin türban ile ilgili değişiklikler ve AKP kapatma davasıyla ilgili kararları yayınlandı. Hukukçu olmadığım için işin teknik kısmına girmek çok anlamlı gelmiyor. Bu kararın
Mecli'in yetkilerini hiçe saydığını ben de düşünüyorum. Ancak bunun ötesinde
kararlar üzerindeki kavganın bir kez daha altını çizdiği bazı gerçekleri tekrarlamakta yarar var.
Türkiye'de siyasi sistemin temel kavramları, değerleri, ilkeleri üzerinde yeni bir mutabakata gidilmesi şart. İster azınlık kavramının anlamı, ister laiklik ilkesinin tanımı, ister anayasanın ruhu söz konusu olsun
ortak bir kabule, benzer bir anlayışa bu toplum sahip değil. Üstelik bu ülkede hukuku hemen her zaman siyasetin bir uzantısı olarak gören güçlü bir gelenek de bulunuyor.
Türkiye'nin özel şartları Bu nedenle bu toplum ve toplumun içindeki güçleri temsil eden
siyasi aktörler hukuku siyasetin amaçları dışında değerlendirmeye pek alışık değiller . Hukuku kendi başına bir değer olarak görmedikleri gibi,
evrensel hukuk kurallarına güçlü bir bağlılıkları yok. Ülkenin en can alıcı konularında hukuki otoriteler kararlarını verirken
Türkiye'nin özel şartlarından, Cumhuriyet'in karşı karşıya bulunduğu tehlikelerden ve herhangi bir değişikliğin yol açabileceği tehlikelerden dem vurarak sonuca varabiliyorlar.
Yargı kararlarının birey haklarını ihlal etmesi, demokratik bir ülkede bulunacak
asgari özgürlük anlayışına aykırı olması da mesele edilmiyor. İşin en kötüsü ise birbirinin ikizi sayılacak kararlarda
siyasi kampların kendi çıkarlarına göre yüzseksen derece farklı tavır almayı ahlaken içlerine sindirebilmeleri. Bu
ahlak yoksunluğundan ise yalnızca
hukuk değil demokrasi de çıkmıyor . Kendi kapatma davaları söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayan
AKP'lilerin DTP davasıyla ilgili sağır edici sessizlikleri iyi bir örnek.
Türkiye aslında laiklik tanımı içine tam oturan bir anlayış ve yapılanmaya sahip değil. Diyanet işleri kurumunun varlığı,
din derslerinin anayasa tarafından zorunlu kılınması gibi olgular
Türkiye'nin ne kadar veya ne anlamda laik sayılabileceği sorusunu gündeme getiriyor.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın kapatma davasındaki karşıoy gerekçesi tam da bunu yapıyor: "
Gerekçesi ne olursa olsun laiklikle ilgisi bulunmayan bu düzenlemelerin Türkiye gerçeğinden doğduğu kabul edilmelidir. " Kılıç'ın mahkemede geçirdiği yıllarda hukuk anlayışının çok daha evrensel bir boyuta kavuştuğuna inanıyorum. Hayli etkileyici argümanlar sunduğu gerekçesine
Rosa Luxemburg' dan alıntı yaparak ("
Özgürlük yalnızca ve daima farklı düşünenlerindir ") girmesi bile başlıbaşına bir olay sayılabilir.
Son yaptığı konuşmalarda da Başkan Kılıç hukukun alanının siyasetinkinden ayrılması gerektiğini sıkça vurgulamış,
devletin temel niteliklerinin yeni bir özgürlükçü yorumla tanımlanmamasının yarattığı sıkıntılara parmak basmıştı.
Kılıç'ın dile getirdiği kaygılar ve önerdiği şekilde hukuka özgürlükler ve bireyin hakları açısından bakmayı beceremedikçe
Türkiye ne huzur bulacak, ne hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi haline gelebilecek ne de d
ünyada oynayabileceği rol için gerekli gücü üretebilecektir.
Yayın tarihi: 26 Ekim 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/26//haber,BCD30584EC54407DA24204662167D3C1.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.