Yaşadığımız günler her bakımdan belirsizliklerle dolu. ABD'de fiilen bir Başkan bulunmamasından daha doğrusu bugünkü başkanın ve yönetiminin tüm meşruiyetlerini,
inandırıcılıklarını kaybetmiş olmalarından kaynaklanan bir siyasi boşluk yaşanıyor. En iyimser ihtimalle siyaseten yeni Amerikan başkanı göreve başlamadan dünyada
düzenin yeniden işlerlik kazanmaya başlaması mümkün olmayacak. Ekonomik krizin önümüzdeki dönemde içe kapalılığı, ekonomik anlamda korumacılığı gündeme getirmesi halindeyse zaten dünyanın kısa vadeli geleceği bir hayli karanlık olacak.
Türkiye'nin kendisi ise hem içeride kendisini yenilemek için gerekli reformları yapamıyor, hem de Kürt meselesinin sivil/demokratik ve terör boyutlarıyla nasıl başa çıkacağını bilemiyor. Siyasi dinamik kamuoyunu yönlendirecek, mantığı duyguların önüne çıkaracak bir tartışma ortamı oluşturmuyor. İster istemez kurulması gereken yeni bir
Türkiye düzeninin tüm boyutlarını tartışmak yerine kısır çekişmelerle kıymetli vakti harcıyoruz.
Geçtiğimiz on yıl içinde ve özellikle son yedi yıl zarfında
Türkiye'de sivilleşme yönünde hayli mesafe kaydedildi. Silahlı Kuvvetler gerek çağın gerekleri gerekse kendi hataları nedeniyle
siyasi alanda büyük ölçüde güç kaybetti. Çok eleştirilen vesayet rejimine duyulan özlem bazı kesimlerde devam etse de siyasetçinin ülke yönetiminde çok daha ağırlıklı rol oynayabileceği ve kolayca engellenmeyeceği bir düzeye de gelindi.
Şu andaki asıl problem de bundan kaynaklanıyor.
Birincisi sivilleşme, sanılanın aksine demokratikleşmenin önünü açmaya yetmiyor. Gerek siyasette gerekse idarede
insan hakları odaklı, sosyal güvenlik boyutuna kurumsal açıdan önem veren demokratik bir hukuk devleti inancı yok. Varsa da çok zayıf. Buna bağlı olarak da
Türkiye'nin sivil siyasetçilerinin gerçekten nasıl bir
Türkiye istedikleri ülkenin önüne nasıl bir
gelecek vizyonu koydukları muğlak kalıyor.
Askerin gölgesinden çıkmak Şimdiye dek ülkenin pek çok sorununda askerin gölgesi nedeniyle hareket edemeyen sivil siyaset bu
değişken denklemden çıktığında da ülkeye yeni yaklaşımlar sunmuyor. Hatta hala askerin arkasına saklanmaya çalışıyor. Örneğin Kürt meselesinde ve buna bağlı olarak PKK ile mücadelede ne iktidar ne muhalefet bir yeni söylem veya projeyle ortaya çıkıyor. Siyasi iktidar içeride ve dışarıda toplumdan tepki göreceğine inandığı ancak meselenin çözümü için elzem sayılan adımları atmıyor.
AB süreci ve üyelik beklentisi
Türkiye siyasetinin kısırlığının ve demokrasi eksikliğinin aşılmasında bugüne dek önemli bir rol oynamıştı. Bu süreç şu sırada komada. Özellikle insan haklarıyla bağlantılı konularda bunun sonucu olarak ciddi şekilde geri adımlar atılıyor. Bu ilişkiler haftasonu İstanbul'da beşincisi yapılan Boğaziçi Konferansı'nda Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve Ollie Rehn ile İsveç dışişleri bakanı Karl Bildt'in katıldığı bir konferansta tartışıldı. Katılımcılar müzakere sürecinin komada olduğunda anlaştılar. Ancak Kıbrıs konusunun 2009 yılında müzakereleri askıya alma sonucu vermeyeceği de hissedildi.
Her iki taraf arasında bir güven krizi olduğu, AB'nin işi yokuşa sürdüğü
Türkiye'nin de pek acele etme niyeti olmadığı belirlendi. Buna karşılık hemen tüm katılımcılar jeopolitiğin yeniden ön plana çıktığı bir dünyada
Türkiye ile AB'nin güvenlik ve dış politika konularında işbirliği yapmalarının önemini vurguladı.
Hazin de olsa ABTürkiye ilişkilerinde şimdilik en önemli hedefin
eyyamcılık ve süreci öldürmemek olacağı anlaşılıyor.
Yayın tarihi: 12 Ekim 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/12//haber,A09222B426564B519E59BCF1D866E75F.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.