Bir ülkenin dış politikadaki görüntüsü ve dış dünyada algılanışıyla içerideki durumunun görüntüsü arasında
Türkiye'dekine benzer büyük farklar genelde olmaz. Olursa da böyle bir durumun sürdürülmesi mümkün olmaz.
İki görüntü ve gerçeklik arasındaki mesafeyi kapatmayı beceremezseniz sonuçta kötü olan taraf diğerini ezer.
Şu sırada
Türkiye dış politikada önemli hamleler yapıyor. Dünyadaki prestiji yüksek ve son yıllardaki önemli açılımlarının,
örneğin Kıbrıs'ta barış yolunu zorlayan taraf olmanın semeresini de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde geçici üyelik hakkını kazanarak görüyor.
Hesap vermek yükümlülük Yurt dışında toplantılara giden gazeteciler, sosyal bilimciler birinci elden bu başarının etkisini ve
Türkiye'ye nasıl bakıldığını görüyorlar. Ülkenin dünya siyasetindeki öneminin yalnızca coğrafi konumundan kaynaklanmadığının da farkındalar.
Türkiye demokratik, laik ve giderek artan ölçüde hukuk devleti niteliklerine sahip olursa kendisine atfedilen önem artacak. Arttığı ölçüde de
dünya siyasetinde belirleyici aktörlerden birisi olacak.
Böyle bir ülkenin yöneticilerinin de atmaları gereken ilk adım yönettikleri toplumu güdülecek sürü, azarlanacak sınıf, korkudan tir tir titretilecek kışla,
belkemiksizlikten mağdur siyasi parti gibi görmekten vazgeçmek olmalı. Ülkenin genelkurmay başkanı ve onun çizgisindeki başbakanı bu ülkede tebaa değil vatandaşların yaşadığını, demokratik rejimlerde beğenmediğiniz görüşlerin iftira içermedikleri taktirde serbestçe ifade edilmelerinin kural olduğunu, hesap vermenin de demokratik düzenin tüm kamu hizmetkarlarına dayattığı bir yükümlülük sayıldığını unutmamalıdır.
Geçen yılki Dağlıca baskınının ardından dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı kamuoyuna "Bu sonuçları paylaşmak zorunda değiliz. Herkes kendi işine baksa iyi olacak" dememiş olsaydı, o saldırıda şehit olanların ruhuna saygının da gereği olarak eğer varsa yapılmış hataların niteliği
kamuoyuyla paylaşılıp sorumlular da cezalandırılsaydı bugün Aktütün'e tepki farklı olurdu.
Dikte ile gazetecilik olmaz Kaldı ki kamuoyuna hesap vermek bir lütuf da değildir. Bir yükümlülüktür. Eğer
Türkiye kendisine saygılı bir demokrasiyse. Böyle bir rejimde de Aktütün baskını hakkında
soru sormak vatandaşın hakkıdır. Hele bu vatandaşın oğlu savaşa gidiyor, vergisiyle savaşın masrafları karşılanıyorsa. Bunun PKK'ya destek anlamına geldiğini savunmak eğer suçluluk telaşından kaynaklanmıyorsa insafsızlıktır.
PKK kendi çıkarlarını, adlarına konuştuğunu iddia ettiği Kürtlerden daha fazla düşündüğünü daha önce de zaten göstermiş bir örgüttür. Bugünkü eylemleri ve yüksek sayıda sivilin hayatına mal olabilecek
şehir terörizmi çabaları bu ülkedeki herkesin canının yanmasına yol açacak felaketlerin önünü açacaktır. Bununla da mutlaka mücadele edilmelidir ve edilecektir de. Ancak terörden beslenen bir örgütün eylemleri karşısında özgürlüklerin askıya alınması tam da örgütün istediği alana girmek anlamına da gelir.
Genelkurmay
Türkiye'nin değiştiğini, artık köylü toplumu olmadığını ve sabık bir Genelkurmay başkanının çok isabetli şekilde vurguladığı gibi
vatanı sevme tekelinin elinde olmadığını artık kabul etmelidir. Terörün bitmesi vicdan ve ahlak sahibi herkesin hedefidir. Bununla ilgili fikir üretme tekeli kimseye ait değildir.
Demokratik rejime iktidarını borçlu olan bir partinin ve Başbakanın da asıl yapması gereken bu basit gerçekleri hatırlamak olmalıydı. Gazetecilerin mesleklerini nasıl ifa edeceklerini ve nasıl manşet atmaları gerektiğini dikte etmek değil.
Yayın tarihi: 19 Ekim 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/19//haber,AEE50AAFFA374971AB5E9A06336EAE09.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.