ABD'de finans krizini sona erdirmek için hazırlanan paket üzerinde halen bir anlaşmaya varılamaması meselenin yalnızca teknik bir tercih olmadığını açıkça gösteriyor. Kullanılacak teknikler ne olursa olsun burada önemli olan ve gelecek açısından da asıl belirleyici sayılması gereken şey yapılacak
siyasi tercih. Zira bu derin ve yerleşik neo-liberal
ekonomi anlayışını tahtından indirecek krizin çözümü için gerekli
kaynakların kimin sırtından sağlanacağı sorusu orta yerde duruyor.
Son tahlilde seçmene hesap vermek durumunda olan Kongre bu nedenle finans sektörünün bugünkü krizinden sorumlu kişi ve kurumları kurtarır gibi görünmek de istemiyor. Sonuçta ABD'de çok uzun zamandır görülmeyen ve ülkenin tarihinde pek çok kez siyasi akışı değiştirmiş popülist bir tepkinin ipuçları ortaya çıkmaya başladı. En azından Amerikan ölçülerinde sol sayılabilecek önermler daha rahat telafuz ediliyor hale geldi. Nitekim Cuma akşamı yapılan başkan adayları arasındaki tartışmada
ekonomi konusu tartışılırken Mc Cain'in siciline haklı olarak saldıran Obama
yükün kimin tarafından taşınması gerektiği hakkında dört ilkesini sıraladı.
Buna göre vergi mükellefleri yüklenecekleri sorumluluk karşılığında
kardan pay alabilmeli; programın uygulanması
özerk bir yönetim tarafından izlenmeli; ev
kredilerini verenler kadar kredileri alanlar da
korunmalı; vergi mükelleflerinin ödeyeceği paralarla kurtulacak olan
şirket yöneticilerinin maaşlarına sınır konmalı.
Taner Berksoy'un dünkü Radikal'de çıkan yazısında anlattığı gibi son kriz kapitalist sistemin çevresini değil merkezi vurdu. Bu nedenle bedel ağırlıklı olarak merkezde ödenecek. Üstelik de çıkış uzun sürecek. Ancak krizin merkezde hasar yaratması ve orada çözülmek zorunda olması çevrenin buradan etkilenmeyeceği anlamına gelmiyor. Tan burada da
Türkiye'yi ilgilendiren mevzular başlıyor.
Türkiye'ye sıkıntı yaratabilir Türkiye'nin ve ondan önce Kore, Tayvan, sonraları Çin ve başka ülkelerin kalkınmaları ihracat ağırlıklı büyümeyle sağlandı. Aslında bu ülkeler kendi ekonomilerinde yaptıkları reformlarla büyümeyi zaten elde edeceklerdi ama dünyanın gelişmiş piyasalarının bunların mallarına açık olması, ve
zengin ülkelerde böyle bir talebin varlığı büyüme hızlarını yükseltti.
Son krizle gelinen noktada ise çok farklı bir gerçeklik ihracata dayalı olarak büyüyen ülkeleri bekliyor. Gelişmiş ülkelerde
ekonomi daralır buna koşut olarak ithalat da azalırken bunların bıraktığı açığı gelişmekte olan ülke piyasaları kapatamayacak. Yani üretilen malların satışında gelişmekte olan ülkeler sıkıntı yaşayacaklar. Harvard Üniversitesinden Dani Rodrik'e göre cari açık veren ve ihracata dayalı büyüyen
Türkiye, Brezilya, Güney Afrika, Meksika giib ülkeler önümüzdeki dönemde cari fazla veren Çin gibi ülkelerle
gelişmiş ülke pazarlarında rekabette daha da zorlanacaklar. Böylesi bir gelişme bu ekonomileri çok sıkıştıracak. Hele kendi ekonomileri için gerekli yapısal reformları gerçekleştirmez ve gelir dağılımını düzeltecek önlemler almazlarsa.
Türkiye'nin bu durumda er ya da geç, doğrudan veya dolaylı olarak kendisini etkileyecek bu küresel krize karşı tedbirlerini almaya başlaması ve uygulanacak politikaları kamuoyunun da anlayıp desteklemesi lazım. Yapılacak işlerin başında da
Türkiye'nin
yönetişim ve hukuk alanlarındaki eksikliklerinin giderilmesi geliyor. Önümüzdeki yıllar geçen altı yıldan çok daha zor olacağından, bitmeyen bir rehavetin kucağında kalmak, ülkenin geleceğini de ipoteklemek anlamı taşıyacak.
Bu yıl Şeker bayramı ve Musevilerin yılbaşısı sayılan Roş Aşana aynı gün başlıyor. Herkese hayırlı bayramlar.
Yayın tarihi: 28 Eylül 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/28//haber,589027D5C38A4A8EA4DD803257D30A0A.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.