ABD Kongresi'nin geçirdiği kurtarma paketinin bir işe yarayıp yaramayacağı,
Türkiye'nin iddia edildiği gibi krizi hasarsız ya da çok az hasarla atlatıp atlatmayacağı hemen anlaşılmaz. Zira ABD'de veya dünyada krizin tüm boyutlarıyla kontrol altına alındığını söylemek mümkün değil. Hatta krizin henüz dibe vurduğundan bile emin olmak zor.
Bunun da ötesinde bu krizin dayattığı acil ve kısa vadeye yönelik önlemlerin ötesinde her ülkenin dünyadaki
yeni dengelere, işbölümüne yapısal önlemler alması da gerekecek. ABD'de olup bitene 'oh olsun' diye bakanlar bile krizin derinleşmesinin faturası giderek kendi açılarından da belirginleşmeye başladıkça
farklı telden çalmaya başlıyorlar.
Hükümet ikna etmeli ABD'de yaşananlar gösterdi ki, siyasi otoriteye güven olmadığında, mesele kamuoyuyla açıkça paylaşılmadığında alınan tedbirlerin sonuç vermesi de güçleşiyor. Bu bağlamda Kongre demokratik denetim yoluyla, işleri yalnızca teknisyenlere bırakmadan, çok
çeşitli çevrelerin fikirlerini de dikkate alarak siyaset üretti. Bu gerçek her şeye rağmen planın başarı şansını artıracak bir faktördür.
Türkiye'de krizin kısa vadede yaratabileceği riskler hakkında kamuoyunda hayli sağlıklı bir tartışma var. Ancak buradaki en sıkıntılı durum hükümetin kamuoyunu gerçekten ikna edecek, inandırıcı bir konumda olmaması. Bugün değilse bile ileride
Türkiye bu eksikliğin bedelini ödemek zorunda kalabilecektir. Geçen yazıda değindiğim İSO dergisinde çıkan yazısında İsmail Ertürk bankacılık sektörü başta olmak
üzere özel sektörün neler yapabileceğine değiniyor. Önümüzdeki dönemde ekonomiye devlet müdahalesi artacak. Bu durumda devletin kurumları ile ekonomide varlık gösteren oyuncuların daha yoğun bir iletişim, danışma ve yol gösterme ilişkisi içinde olmaları da gerekecek.
Türkiye'nin çoktandır bir kenara attığı yapısal reformlarını gerçekleştirmemesinin maliyeti de buna koşut olarak artacak.
Kayıkçı kavgasını bırakın Ertürk'e göre yapılması gerekenlerin arasında en önemlisi bankacılık sektörünün dünyadaki yeni ekonomik koşullar ve
Türkiye'nin ihtiyaçları doğrultusunda bazı adımlar var: "Dünyada 1 trilyon doları aşan, Çin, Singapur, Güney Kore, Arap Emirlikleri vs. gibi ülkelere ait fonlar var. Bu fonlar uzun vadeli yatırımlar arıyor... Bu, bankalar için önemli bir getiri kaynağı olacak ve aynı zamanda
Türkiye ekonomisine yararı olacak bir potansiyel. Ancak bu tür işlerden büyük getiri elde edebilmek için sermayesi büyük ve
uluslararası azınlık sermayesini akıllıca kullanan Türk bankalarını yaratmak gerekiyor.
Özellikle de özel sektörün, en kolay ve en çabuk getiri, en fazla nakit nerede var iç güdüsünden uzaklaşıp,
sermayeye sermaye ekleyecek iş modelleri düşünmesi ve bu koordinasyonda, bürokrasi ve devlet ile başı çekmesi gerekiyor.
Türkiye 2001 finansal bunalımında iyi bir fırsat yakalamıştı: Bankacılık sektöründe, sermayesi güçlü, yabancı ortakları da içeren üç büyük iki de orta ölçekte yaklaşık beş banka yaratacak banka evlilikleri tasarlanmalıydı. İşte bu büyük bankalarla, yabancı finans kurumları ile pazarlık gücü yüksek bir konum yakalanırdı.
Türkiye'deki banka özelleştirmeleri bu tür banka devleri yaratmak için ideal bir fırsat."
Türkiye'nin derdi ekonomide yapılması gereken acil işlerle sınırlı değil. Gerek Balıkesir Altınova'da yaşanan Türk-Kürt çatışması, gerekse PKK'nın tırmanan terör eylemleri ve bunun genel kamuoyunda yaratacağı yeni öfke dalgalanmaları tehlikeli gelişmelerin haberini veriyor.
Ekonomi açısından da diğer siyasi sorunlar açısından da
Türkiye ramazan ayına damgasını vuran kayıkçı kavgasını daha fazla taşıyamaz.
Yayın tarihi: 5 Ekim 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/05//haber,67E29F71350044E983606D5E69E38F93.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.