kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
21 Kasım 2008, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Murat Emir Eren: "Film tartışılsın istiyorum"

Sinema dergisi
Giriş Saati : 21.11.2008 10:16
Güncelleme : 21.11.2008 22:42
Yeni Haber
Kurtuluş Savaşı'nın yapılmadığı, Atatürk'ün hiç var olmadığı ve Osmanlı'nın Amerikan mangası altında varlığını sürdürdüğü bir Türkiye tarihi düşünün. GANİ MÜJDE, komik bir kâbus olarak tanımlanabilecek yeni filmi "OSMANLI CUMHURİYETİ"nde bu fikirden yola çıkıyor..
Halen Türkiye'nin en çok gişe yapan filmleri arasındaki "Kahpe Bizans" çekileli neredeyse dokuz yıl oldu. Filmin yönetmeni Gani Müjde, o zamandan beri herhangi bir sinema projesiyle karşımıza gelmedi. Ta ki, bir yıl kadar önce "Osmanlı Cumhuriyeti" filminin tanıtım filmi ekranlarda dönmeye başlayana dek. Atatürk'ün, çocukken karga kovaladığı bir sırada ağaçtan düşüp öldüğünü ve Türkiye tarihinin baştan sona değişik bir düzlemde geliştiğini varsayan film, günümüzde yaşayan bir padişahın hikâyesini anlatıyor. Ata Demirer'i padişah, Vildan Atasever'i Asude adında üniversiteli bir genç kız, Sümer Tilmaç'ı padişahın sağ kolu, Ali Düşenkalkar'ı bir devlet adamı, Kerem Kupacı'yı ise padişahın şoförü rolünde izleyeceğimiz film, proje aşamasından beri iddialı bir komedi olarak bekleniyordu, ancak yönetmeniyle ve oyuncularıyla yaptığımız söyleşilere bakılırsa "Osmanlı Cumhuriyeti"ni saf bir komedi olarak tanımlamak doğru değil.

Gani Müjde'yle röportaj için buluştuğumuz mekân gerçekten de filme çok uygundu: Çırağan Sarayı! Sarayın bir salonunda kendisini beklerken, filmin oyuncuları Ata Demirer ve Vildan Atasever, filmin kendilerine özel ilk gösteriminden çıkageldiler birlikte. Biz, ne yazık ki röportajdan önce filmi izleme şansı bulamadık. Demirer ve Atasever ise sonuçtan hayli memnun görünüyorlardı. Birçok sahnede birlikte yer alan ikili, ortaya çıkan işten, birbirlerinin performansından ne kadar memnun olduklarını dile getirdiler ve filmi, "Kahpe Bizans" gibi saf bir komedi değil, dramatik sahneleri de olan bir masal olarak nitelemek gerektiğini söylediler. İkiliden ayrıldıktan sonra film üzerine konuşmak üzere Gani Müjde'yle bir araya geldik.

"Kahpe Bizans" gişede büyük başarı kazanmasına rağmen, ikinci filminizi ancak dokuz yıl sonra çektiniz. Neden bu kadar uzun bir ara verdiniz?

Bence de çok uzun bir ara oldu, ama açıkçası sinema yapmaya korktum. Sinema iyi bir fikirle başlar. İyi bir fikir bulamamış olmaktan çok kortum. Aklıma gelen şeyleri çekmekten ürktüm. Bu filmden iki sene önce "Gılgamış"ı yazdım mesela. Farklı bir "Gılgamış" destanı olacaktı elbette.

Yapımcılarla iyi de bir paraya anlaşmıştık. Bir sene uğraştım, sonra yazdımı şeye baktığımda, içime sinmediğini fark ettim. Bu, çekmek istediğim film değil, çekmek istediğim bir fikir de değil, diye düşündüm. Oturup bu filmle uğraşmaya başladım.

Peki bu fikrin mazisi nereye dayanıyor?

Bu fikrin mazisinde Sibel Can'ın da söylediği bir Serdar Ortaç şarkısı olan Padişah var aslında. "Bu devirde kimse sultan değil, bezirgân değil" diye giden şarkıO şarkıyı dinlerken hayaller kurmaya başladım. Bu devirde bir padişah olsa nasıl olurdu diye düşündüm. Sonra o ülkenin nasıl bir yere benzeyeceğini düşündüm. Sırasıyla tüm kalemlerini kurmaya başladım. Siyasi yapısını, politik yapısını, sınırlarını, toplumsal yapısını belirledikçe, hikâyenin o kadar da komik olmadığını anladım. O kadar da komik bir ülke çıkmıyor ortaya. Bu iki durumu (komik-trajik) harmanladım. Evet, bu film komedi vaadi olan bir film ama sadece o kadar değil. Böyle bir denge oturttuğumu düşünüyorum. Hepimiz güzel bir masalın parçası olduk. Bir masal bu çünkü, bir "ya böyle olsaydı ne olurdu" hikâyesi. Atatürk olmasaydı, Cumhuriyetimiz olmasaydı neler olurdu hikâyesi...

Herhalde en önemli şeylerden biri padişahı kimin oynayacağıydı?

İlk tercihim Jean Reno'ydu (Gülüyor). Gerçekten, yazarken onu düşünüyordum. Ne güzel olur diyordum. Rol için şöyle kalıplı bir adam istiyordum, ama aynı zamanda komediyi de bilen bir adam istiyordum. Haliyle Türkiye'de bu tarife en uygun adamlardan biri Cem Yılmaz biri de Ata Demirer'di. Cem artık kendi yağında kavrulan birisi. Kendi yazıyor, kendisi yapıyor, kendisi oynuyor. Dolayısıyla Ata'ya yöneldim. Padişah, eğitimli, sululuğa varmayan türden komik, zaman zaman sert ve iyi bir baba olmalıydı. Bütün bu özellikleri Ata'ya yükledik. Ondan bir oyuncu olarak istediğim her şeyi de aldım. İyi bir beraberlik oldu. Padişah'la hassas bir ilişkisi olan Asude rolündeyse Vildan çok başarılı bir iş koydu ortaya. O rol çok önemliydi. Gerçi, tabii ki iyi oynayacaklar. Hem kötü oynamış olsalar, sorumlusu ben değil miyim? O zaman biri çıkar "Düzgün oynatmamışsın bir de konuşuyorsun" der.

Bunca zaman ara verdikten sonra izleyicinin algısında değişiklikler olduğunu düşünüyor musunuz?

İzleyicide algı farklılıkları ve döneme has bir hassasiyet var. Onu biliyorum. İşte daha film vizyona çıkmadan film forumlarda tartışılıyor. "Osmanlı tarihiyle dalga geçiyorlar!" diye şimdiden feveran edenler çıkmış ortaya. Böyle bir şey mümkün mü? Ben kendim evlad-ı fatihan'ım zaten. Kosovalı bir ailenin oğluyum. Anadolu'dan oraya cenk için gönderilmiş bir ailenin. Osmanlı tarihi aynı zamanda benim de tarihim. Eh, Türkiye Cumhuriyeti tarihi de benim tarihim. Ben bu ülkede doğdum. Bu vaziyeti senaryoda çok iyi harmanladığımı düşünüyorum. Cumhuriyetin varlığıyla da Osmanlı tarihiyle de gurur duyarak filmden çıkıyorsunuz. Hiç merak etmeyin.

Saraylarda çekim yaptınız. Prodüksiyonda zorluk çektiniz mi?

Bizi en çok düşündüren oydu. Zira, Bülent Arınç sonrasında Milli Saraylar çekimlere kapatılmıştı biliyorsunuz. Peki ben Osmanlı tarihiyle ilgili sahneleri nerede çekeceğim? Gidip Reina'da çekecek halim yok. Elbette sarayları kullanmak zorundayım. En sonunda Kültür Bakanı'na bir mektup yazdım. Ben bu filmi çekemiyorum, izinleri alamadığımızdan ötürü diye. Bir film, bir takım izinlerden dolayı çekilemiyorsa bu benim kadar sizin de sorununuz olmalı dedim. Sağ olsun çok ilgi gösterdi. Kültür Bakanlığı'na ait saraylarda çekim yapabilmemiz için izinler çıkardı. Eminim ki izlediğinde çok memnun kalacaktır. Milli Saraylar'la ilgili izin vermeyen Köksal Toptan'ın da eminim ki yüzü kızaracaktır. Çok utanacaktır. Keşke izin verseydik bu filme, daha da güzel olurmuş diyecektir.

Filmin politik boyutuyla ilgili şimdiden birçok şey söylendi. Senaryoyu yazarken bu konuda bir tedirginliğiniz oldu mu?

Hiç olmadı. O konuşanların çoğu "Nasıl öyle sözler söyledim" diyecekler. İşte Toktamış Ateş mesela. "Atatürk'ü nasıl öldürürler?" diyor. Sanki ben öldürdüm? Hepimiz faniyiz. Bu filmdeki hikâyenin var olabilmesi için, Atatürk'ün çocukken ölmesi ve tarihteki yerini alamaması gerekiyordu. Hikâyeyi yaratan durum bu zaten. Bu hakaret değil. Bir şey değil. Bir insan karga kovalarken de ölebilir, başka bir şekilde de. Tek bir sahneyi eleştirmek yerine, filmin ne anlattığına bakmak lazım. Sadece bu olay yok ki, bu olaya bağlı gelişen bir tarihsel süreç var. Misal hikâyede başımızda bir manda var. Amerikan mandası altında yaşıyoruz. Sevr'i imzalamışız. Sınırlar Ankara'da bitiyor. Antep Saint Germain'le, Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi maçı oynuyor. En doğu Ankara olduğundan şark hizmeti Ankara'da yapılıyor! İstanbul'sa başkent. Kazandıklarımızın kıymetini bilmekle ilgili bir hikâye bu.

Siyasetin gündemi düşünüldüğünde, filmin böylesine gergin bir ortama denk geleceğini düşünüyor muydunuz?

Bu film çok tartışılacak. Tam bir polemik filmi. Hele bir çıksın da neler konuşulacağını görün. Kıyamet kopacak. Ben de zaten tartışılsın istiyorum. Çünkü tartışma olunca belki bizler kendi doğrularımızı da bulacağız. Bu film aynı zamanda politik de bir film, yani sadece eğlence için yapılmadı. Bir mizah dergisi tadında, gülerek, ağlayarak, düşünerek izlenecek bir film oldu.