Taksideyim. "İyi günler" dedim. Taksici direkt olarak "Nereye" dedi.
Dünyayı düzeltmeye and içmiş çizgi roman kahramanıyım ya, sevimlilikle didaktiklik arasında gidip gelen ses tonumla "Önce iyi günlerimi alayım" dedim.
Teoride, adamın utanması ve mahçup bir sesle "İyi günler" demesi gerekiyordu. Ama hayır. Elbette ki hayır. Rol Tanrısı tarafından, esas kız rolü yerine, esas kızın "başına en olmayacak işler gelen" sarsak kız arkadaşı rolü verildiği için esas kız teorileri hiçbir zaman bana sökmez, sökemez.
The taxi driver: "İyi günlerini almayınca araba gitmiyor mu?"
The yardımcı oyuncu: "Benimki gitmiyor."
The taxi driver: "Bir günde kaç kişi biniyor bu arabaya biliyor musun?"
The yardımcı salak: "Ne alakası var?"
The öküz: "Eğer her binene iyi günler, güle güle demeye kalkarsam akşamına kalmaz çenem düşer..."
Evet, böyle dedi.
Törkiş Seinfeld değil de ne şimdi bu? Elain takside, Costanza direksiyonda!
"Sen bu salak cümleleri edinceye kadar 13 kişinin selamını savurdun bile" demek çok içimden geldi ama bunu sesli söylemeyi -af buyrun- bir yerlerim yemedi. Çünkü taksiden yaka paça atıldığım zaman -bir kelime daha etseydim atacaktı- üzerime battaniye örtüp elime limonlu çayımı verecek bir Shapiro Production Set Ekibi yoktu o an ortalarda. Set ekibini bıraktım, sığınılacak bir kavukçuk bile yoktu. Haysiyetimiz açısından "kör noktalarda taksiden atılanlar sığınma durakları"nın yapılması konusu acilen ele alınmalı.
Netice itibariyle, Öküz Beyin attığı golün acısıyla, bir-sıfır yenik vaziyette, sessizce yolumuza devam ettik. Benden para kazanmasını seve seve isteyeceğim binlerce tatlı dilli, iyi yürekli taksici varken...
Haysiyetsizlik iliklerimize kadar işlemiş vaziyette anlayacağınız.
Ne zamandır değil ki...
Toplama kampında yaşamaya, yaşamak dediğimizden beri haysiyet kasası farkındaysanız tam takır kuru bakır.
Koca ülke temerküz kampına döndü.
"Gaz odasına bakalım bugün kim gidecek?"
Memleketçek kuzu gibi bekleşiyoruz. "Tensikat kartalı" bakalım hangimizi kapacak? Bugünü de atlattıysak, otlamaya devam arkadaşlar.
Birileri bizim için habire bir takım kararlar alıyor. O gitsin, bu kalsın, bu tek ayak üstünde dursun...
Baraka 33 sabun olsun, baraka 21 fırınlansın... Bu hayat bizimdi değil mi? Kendi hayatımız için kararları biz alıyorduk, değil mi?
En son ne zaman KENDİ kararımızla hayatımızı KENDİMİZ değiştirdik, hatırlayan var mı?
"Talihin elinde oyuncak oldum, böyleymiş alın yazım..."
Korkunç bir umut pazarı kurulmuş, kıran kırana bir mücadele... Hâlâ saf saf düşünebiliyoruz. Belki atmazlar, belki zam yaparlar, belki şu, belki bu...
Kamplardaki insanlar gibiyiz!
Umut işte... En büyük işkence...
"Arbeit macht frei"dı öyle mi? Çalışmak özgür kılar... Artık emin değilim. Bu titreyerek bekleşme "özgürlük" olabilir mi?
Mutlu TÖNBEKİCİ