Bazen bir sözcük sayfalarca yazıdan veya bir karikatür saatlerce süren bir filmden, bir fıkra uzun süren bir konferanstan daha keskin biçimde hedefi vurur.
Örneğin iki gün önce Taraf'daki kuvvetler ayrımını işleyen karikatürde,
"Anayasama Mahkemesi" ne de yer verilmişti.
Şimdi siz sayfalarca
"Yargı yasamanın yetkilerini gasp etti" diye anlatmaya ve bunu kanıtlamaya uğraşın isterseniz.
"Anayasama Mahkemesi" kavramı bunu iki kelimede başarmıştır.
Bir de söylene söylene doğruluğuna inanılan ama aslında gerçekle ilgisi olmayan klişeler vardır.
Mesela
"Birlikte yaşama kültürü" nün bu toprakların temel değeri olduğu vurgulandıktan sonra bir ağızdan yakınılmaya başlanır:
-Bize ne oldu böyle? Neden birbirimize tahammül edemiyoruz artık? Oysa uzak ve yakın Anadolu tarihi şöyle bir değerlendirilse,
"Birlikte yaşama kültürü" denilen şeyin, bu çağın birlikte yaşama ilkeleri ile pek ilişkili olmadığı da kolayca görülür.
Bu coğrafyada ister çoğunluk ister azınlık olsunlar, egemenlerin üstünlüğünü kabul edenlere birlikte yaşamak hakkı tanınmıştır.
Yani çoğunluk veya azınlık olmak önemli değildir.
Burada güçlü olmak, egemen güç olmak önemlidir.
Şarklılık olgusu Galiba
"Şarklılık" kavramının içerdiği bir başka özellik de toplumsal hafızanın zayıflığıdır.
Aynı koşullar aynı sonuçları doğursa bile, Şarklılık bu koşulları pek hatırlamaz.
Aynı ve bazıları felaket düzeyindeki sonuçlar ortaya çıkınca da,
"Bizi hangi dış güç bu duruma düşürdü" diye dünya haritasında sorumlular aranmaya başlanır.
Bir korsan fıkrası vardır bu durumu özetleyen.
Bir adam gittiği barda, tek gözü bantlı, tek bacağı tahtadan ve tek elinin yerinde bir kanca olan bir korsana rastlamış.
Bu sakatlıkların nasıl olduğunu sorunca korsan anlatmış ona:
- Bacağımı bir deniz savaşında, kolumu da ikinci bir deniz savaşında kaybettim. Gözüme gelince... Kolumu kaybedip sağ elimin yerine bir çengel takıldığının ertesi günü gözüme bir sinek konmuştu. Elimin yerinde bir çengelin bulunduğunu unutup, sineği onunla kovdum. Gelişmişliğin ölçüsü kendini eleştirebilecek kadar kendine güvenmektir bu dünyada. Oysa bu coğrafyada
"yabancı hayranlığı" ile
"yabancı düşmanlığı" iç içe geçmiş biçimde toplumların davranışlarına yansır.
Günlük hayatın en beylik söylemini İngilizce veya Fransızca ifade ettikleri zaman, bunun anlamını güçlendirdiklerini sanır insanlar.
Oysa İngilizce ve Fransızca konuşan ulusların da cahilleri, yobazları, ırkçıları ve saplantılıları vardır.
Önemli olan dil mi? Önemli olan yabancı dil bilmek değil, o dillerden herhangi birinde ileri, aydınlık ve çağdaş sözler söyleyebilmektir. O dillerin edebiyatının, düşünce hayatının klasiklerini okumak yerine, o dillerin kelimelerini yerli yersiz kullanmak ne kültürü, ne bilgiyi ifade eder.
Bir de düşünceler aşırı söylemlerle, yanlış yüksek sesle ifade edildiği zaman, bunların daha etkili olduğuna inanmak gibi bir duruma bu coğrafyada çok sık rastlanır.
Çocuğunun sağlıklı gelişmesi için ona mama yediren bir annenin, çocuk ağzını açmadığı zaman
"Yemezsen seni gebertirim" demesi gibi bir durumdur bu.
Kopartılan gürültüye karşı, bu gürültüye uygun güç sahibi olmamak da bir başka durumdur.
Gürültü yetmez ki Yıllar önce bir karikatür görmüştüm.
Koca direksiyonun başında, karısı yanında yolda giderlerken, bir köpek havlaya havlaya otomobilin peşinden koşuyordu. Bu sırada kadın kocasına
"Bu köpek arabayı yakalarsa ne yapar" diye sorunca, adam gülerek
"Herhalde toprağı eşeleyip otomobili içine gömer" diye cevap veriyor ve aracı durduruyordu.
Aracın durduğunu gören köpek gelip, arka tekerleğe yanaşıyor ve bacağını kaldırıp, tekerleğe işiyordu.
Bu coğrafyanın bir başka özelliği de bugünün işini hep yarına ertelemek değil midir?
Yine bir karikatürle bu konuyu da noktalayalım.
Kozalarından kelebek olarak çıkıp 24 saat yaşayan ve sonra ölen böceklerden dişi olanı, erkek olana
"Bugün olmaz" diyordu bu karikatürde.
Yayın tarihi: 26 Ekim 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/26//haber,088EDCA49C954A71BCFA635D03C24370.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.