Bilinen hikâyedir. Adam bir banka şubesinin önünde kestaneleri pişirip satan arkadaşına gitmiş.
-Çok sıkıştım. Bana borç verir misin, demiş.
Kestaneci gülmüş, arkasındaki banka şubesini gösterip cevap vermiş:
-Bu banka ile anlaşma yaptım. Onlar kestane satmayacaklar, ben de kimseye borç vermeyeceğim!.. Aslında bütün kurumların arasında bu tür yazılı olmayan anlaşmalar yok mudur? Mesela genelkurmay gazetecilik yapmaz, gazeteciler de genelkurmaylık yapmazlar.
Bu anlaşmaya uyulmadığı zaman, çok çarpıcı sonuçlar çıkabilir. Örneğin Genelkurmay internet sitesinde
"atlatma muhtıralar" la gazetecilik yapıldığı zaman, seçmen kitlesi bunu oylarıyla reddeder.
Veya muhtıralı darbe dönemlerinde gazeteler ortak manşetlerle militarizmin organları haline geldiği zaman, sonunda mutlaka bir basın krizi yaşanır. Bir bölüm gazeteler ve patronları meslekten tasfiye edilir.
Aynı durum siyaset ile gazetecilik arasında da yok mudur? Bir başbakan
"Manşet öyle atılmaz böyle atılır" diye gazetecilere akıl öğretince, gazeteciler de
"İktidar öyle olunmaz, böyle olunur" diye yazmaya başlarlar köşelerinde.
Bir ölçüde herkes yüklendiği görevin ve sosyo-politik konumunun gereğini yapmak zorundadır. İçten öyle düşünmese bile, sorumluluklarını yerine getirmek için bazı tavırları koymak zorundadır herkes.
Kurtçuk örneği Gazeteci gazeteciliği, asker orduyu, iktidardaki politikacı devleti savunmak zorundadır.
Meseleyi somuta indirgersek...
Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ da mutlaka terörle mücadele sırasında görülen zaaflara takılmakta, üzülmekte, sorumluların saptanması için emirler vermekte, kayıplarımızı yüreği yanarak izlemektedir.
Bu açıdan bir vatandaştan ya da olaylara eleştirel açıdan bakan bir gazeteciden farkı yoktur bir genelkumay başkanının.
Ama ordunun moralinin ve disiplinin korunması, güven duygusunun zedelenmemesi için, bir genelkurmay başkanı gibi davranıp, konuşmak zorundadır.
Galiba Alman ordusu için anlatılır.
Askerlere pişirilen ve fasulyeden yapılmış karavananın kazanı yemekhaneye gelmiş. Kazana kepçeyi atıp dağıtım yapmaya hazırlanan er Hans, fasulyelerin suyunda kurtçukların yüzdüğünü görüp, komutanına haber vermiş.
Komutan şöyle bir çevreye bakmış. Fasulyedeki kurtçukların huzursuzluğa sebep olacağını, disiplinin sarsılabileceğini hissetmiş. Eisenstein'ın
"Potemkin" filmindeki sahneyi hatırlamış. Eline kaşığı almış ve kurtçukları birer birer kaşıkla yakalayıp yemiş. Sonra dönmüş askerlere...
-Onlar kurtçuk değildi, fasulyenin cücükleriydi, demiş.
Üslup meselesi Bu örnek herhalde tüm dünya orduları için geçerli olacak kıssaları içerir. Ama üslup farkları da mutlaka hesaba alınmalıdır.
Yine Alman ordusundan örnek verelim.
Er Hans'ın babası ölmüş... Albay, bölük komutanı olan Yüzbaşı Gerhard'ı çağırıp, er Hans'a babasının ölümünü alıştıra alıştıra söylemesi için emir vermiş.
Yüzbaşı Gerhard er Hans'ın da aralarında bulunduğu bölüğü toplamış.
"Hazır ol" komutu verdikten sonra
"İçinizde son zamanda babası ölen var mı" diye sormuş.
Kimseden ses çıkmayınca,
"Er Hans, seni yalan söylemekten üç gün hapse mahkum ediyorum" diye bağırmış.
Özetle büyük sorumluluklar taşıyanların üsluplarında bazen ölçüyü kaçırmış aşırılıklar gördüyseniz bunları onların konumlarına bağlayabilirsiniz.
Keşke onlar da gazetelerdeki haberlere ve yorumlara bakarken,
"Gazeteci" nin işlevini, sorumluluğunu ve genel olarak varlık sebebini değerlendirebilselerdi.
Tüm bunlar unutulunca toplumların gündemleri de dağılır. Sonunda birileri askerlere, birileri de gazetecilere kızar.
Oysa odakta bölücü terör olmalıdır.
Yayın tarihi: 18 Ekim 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/18//haber,47038A9BDC844F0F844A0A2C3D477041.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.