Çok söylendiği gibi
Türkiye özeleştiri kültürü olan, bu tür çabalardan hoşlanan bir yer değil. Kendisine aynada bakmaktan da pek hoşlanmıyor. Kazayla bakacak olursa eğer, gördüğü görmek istediğine benzemiyorsa da öfkeleniyor. Genelde toplum özelde kurumlar bunu hep yapıyor. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un son çıkışı da aslında bu gelenek içinde anlaşılmalı.
Orgeneral Başbuğ Salı günü Taraf gazetesinde Aktütün baskınının önceden bilindiği, baskının yapılışında ve verilen kayıplarda en azından bir ihmalin bulunduğunu gösteren uydu fotoğrafları da içeren habere cevap vermektense sert bir çıkış yapmayı ve suçlamalarda bulunmayı tercih etti. Ancak kamuoyunu ikna edebildiği şüpheli.
Metropoll şirketinin hazırladığı son kamuoyu yoklamasına göre
Türkiye kamuoyu Aktütün karakoluna yapılan son baskında güvenlik güçlerinin ihmali veya kusuru olduğuna yüzde 51.4 oranında inanıyor.
Aynı araştırmaya göre TSK'yı PKK ile mücadelesinde başarılı bulanların oranı yüzde 56.4 iken bu görüşe karşı olanlar yüzde 21.6, ne başarılı ne başarısızdır diyenler ise yüzde 19.3 oranındadır. Hükümeti başarılı bulanlar yüzde 37.8 başarısız bulanlar yüzde 35 ne başarılı ne başårısız bulanlar ise yüzde 25.6 oranındadır.
Kamuoyunda güvensizlik var Bu rakamların ortaya çıkardığı sonuç
Türkiye'de terörle mücadele konusunda kamuoyunun kurumlara karşı ciddi bir güvensizlik duyduğu ya da güvensizliğin arttığıdır. Kurumlara karşı duyulan bu güvensizlik terör konusunun siyaseten doğru yönetilmemesi durumunda ne türden felaketlere yol açabileceği konusunda da bir uyarı içeriyor. Kamuoyunun yüzde 39.6 gibi kayda değer bir bölümü ülkede bir Türk-Kürt çatışması ihtimalinin arttığını düşünüyor. Böyle düşünmeyenler yüzde 54.7 oranında olsa dahi MHP genel başkanı Devlet Bahçeli'nin söylemindeki ciddi sertleşme artan bir gerilimin habercisi olabilir.
Türkiye'de toplumun hatırı sayılır bir kesimi belki de çoğunluğu ükede bir Kürt sorunu olduğunu kabullenmiyor. PKK'nın bu sorunla ilişkisi, genç insanların dağa çıkmalarında hangi nedenlerin öne çıktığı, devletin kimlik inkarı politikalarının yol açtığı tepkiler üzerinde düşünmüyor. Sonuçta mesele insanların canını yakan şiddet boyutuyla algılanıyor. Bunun üzerine de komşunun komşusuna düşman olabileceği, en azından kafalarda
Türkiye'nin bölündüğü, vatandaşlık bağlarının zayıfladığı bir ortam yerleşiyor. Siyaset kurumu bir Kürt sorununun varlığını kabul etmemek üzerine tavır alıyor. Kürt siyasetinde de PKK'nın kullandığı şiddet yapılabilecek siyasi açılımların alanını daraltıyor veya yok ediyor.
Kuşku yok ki bu gidişin
Türkiye açısından hayırlı bir sonucu olamaz.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri yazılıp çizilenlere bakıldığında, raflarda tozlanan sayısız rapor gözden geçirildiğinde temelde bir takım değişikliklere gidilmesi ve bunun ülkenin bekası için yapılacağının anlatılabilmesi gerekiyor. Eğer bunu yapacak derinliğe, cesarete ve dürüstlüğe sahip siyasi aktör bulunursa.
Şiddetin sürmesi ve milliyetçiliklerin bilenmesi
Türkiye'de bir etnik çatışma ortamını besler. Şiddeti önlemek için elbette önlemler alınacaktır.
Sonuçta bir devletin asli görevi vatandaşın güvenliğini sağlamaktır. Ancak artık sıranın Türkiye'de bir türlü gerçekten denenmeyen çarelere gelmesi de gerekiyor. Kültürel ve toplumsal boyutları kadar siyasi boyutu da olan bir meseleye bu çerçevede eğilerek çözüm üretilmezse o zaman PKK'nın alanında kalınacak, ülkeye de yazık edilecektir.
Tüm bölgeye barış, istikrar, diyalog ve işbirliği öneren bir ülkenin kendi içinde bunu becerememesi ise zaten hazindir.
Yayın tarihi: 16 Ekim 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/16//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.