Başka
milli takım formalarıyla futbol oynayan Türk çocuklarının sayısı 66.. Yazıyla altmış altı.. Bu oldukça önemli bir sayı.. En az on mislinin de forma giymek için hazırlandığını tahmin edebilirsiniz..
Ve bu sadece futboldaki sayı.. Öteki sporları da katın.
Avrupa'da doğup büyüyen ikinci, üçüncü kuşak Türk çocuklarının artık anavatanla bağlarının giderek duygusal olarak dahi koptuğunu görebilirsiniz.. Bu ne demektir?..
Bu
Türkiye'nin özellikle Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinde çok büyük bir silahı elinden kaçırması demektir.
Bakın ekonomiden, bu çocukların kazandıklarının bir bölümünü babaları gibi
Türkiye'ye aktararak yapacakları katkıdan söz etmiyorum.. O biter.. Bitsin ne yapalım.. Benim dediğim siyasal silah..
Bugüne dek Türk menfaatleri söz konusu olduğunda üç lobi çıktı karşımıza.. Rum Lobisi.. Ermeni Lobisi.. Yahudi lobisi..
Tarihi sebepler ve güncel siyasal ilişkiler içinde Yahudi lobisi hemen hep yanımızda oldu. Ama Rum ve Ermeni lobileri, bizi engellemek için ellerinden geleni yaptılar.. Neydi peki bu Rum ve Ermeni lobisi?.. Gücünü nerden alıyordu?.
Ermeni ve Rum diasporasından.. Yani anavatan dışında yaşayan Ermeni ve Rum etnik orijinlilerden.. Yaşadıkları ülkenin vatandaşı olsalar bile Ermeni ve Rum kalan ama o ülkede oy veren insanlardan..
Peki Ermeni, Rum, Yahudi lobileri var da, Türk lobisi niye yok, Avrupa'da milyonlarca "Seçmen" Türk yaşarken?..
Çünkü biz yurtdışında yaşayan Türkleri organize edemedik. Onları ülkeye döviz gönderen sağmal inekler olarak kabul ettik ve geçtik gittik..
Türkiye'nin dış Türklerle ilgili bir devlet politikası olmadı.. Onlara el uzatılmadı, sorunları araştırılmadı, varlıklarına sahip çıkılmadı. Bir ara ortaya atılan "Dış Türkler Bakanlığı"nı hiçbir hükümet, hiçbir parti dikkate almadı.
Sivil toplum örgütlerinin dış Türklerle ilgileri "Kişi" bazında kaldı. İşin başındaki önemin farkındaysa tamam. Değilse, salla gitsin..
Dış Türklerin anavatanla duygusal bağlarını, umutlarını en iyi sağlayacak kurumlardan biri spor, en popüleri olarak da futbol.. Futbolun ikinci ve üçüncü kuşaklara sahiplenme açısından nasıl önemli olduğunun farkına varan, ilk adımları atan, hem Alman, hem Türk hükümetlerini harekete geçirmeye çalışan ilk kişi, ne acıdır ki bir Alman, büyük Türk dostu
Jupp Derwall oldu. İkinci, üçüncü kuşak gençlerinin
Türkiye'den kopmadan,
Almanya'da sorun olmadan gelişmeleri için ne fikirler üretti, ne toplantılar düzenledi..
Ama biz arkasını getiremedik..
Hele de
Mehmet Scholl Alman forması ile harikalar yaratıp, dünya çapında futbolcu olunca, bizim yöneticilerin gözleri biraz açıldı. Oradaki çocukları izlemeye alan merkezler kurdular.. Amerikalıların İzci/Scoutları gibi uzmanlar görevlendirdiler. Bunlar yetenekli gençleri belirleyip merkeze rapor ettiler. Bir ara bu işin başına
Almanya'da doğup büyümüş, ama Türk
milli takımında oynamış
Erdal Keser geçti, hatırlarsınız..
Sonra federasyon değişti, izleme unutuldu, o bürolar unutuldu.
Şimdi ipler,
Almanya'da doğup büyüyen kuşaklara "Sorunlu" olarak bakan ve "Sorunlu insanları
milli takım kampına taşımam" diyen Fatih Terim'in elinde.. Bakış bu olunca, Avrupa'daki Türk çocuklarının 10-12 yaşlarından itibaren izlenip ülkeye kazandırılması masal.. Anavatanın ilgisizliği bu boyutta olunca, çocuğun geleceği açısından kendisine yeni bir vatan aramaya başlaması ve o yeni vatana asimile olup Türklüğünü unutması da doğal..
Fatih Terim'in "Milli formayı pazarlık konusu etmem" deyişi çok ama çok ucuz bir kabadayılık.. Mesele bir bez parçası değil.. Mesele
Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal menfaatleri ve yurtdışında doğan Türk çocuklarının anavatanla bağlarının güçlenmesi..
Görev çocuğu anında dışlamak değil, sahiplenmek, inandırmak, güvendirmek, ikna etmek..
Çocuğun önünde örnekler var.
Tercihini Mehmet Scholl gibi yaparsan, dünya çapında oluyorsun.
Yıldıray Baştürk gibi karar verirsen, sürünüyorsun.. Bu bir..
Mehmet Scholl gibi yaparsan, AB statüsü içinde oluyor, Avrupa'nın her takımına kolayca transfer ediyorsun.
Yıldıray Baştürk gibi karar verirsen, "Yabancı Kontenjanı"na giriyor, transfer imkânlarını kısıtlıyorsun.
Şimdi bu ortamdaki gencin kendisini üstelik kerhen davet ettiğini, sahiplenmeyeceğini bildiği Fatih Terim'e "Hocam oynatacaksan geleyim" demesi niye "Milli formayla pazarlık" oluyor söyler misiniz?.
Bu konuyu şartlanmış kafası dolayısıyla anlamamakta ısrar eden Fatih Terim'le tartışmayacağım. Haftalardır yazıp söylüyorum, tartışmıyor zaten.. Çünkü söyleyecek lafı yok..
Bu sebepten muhatabım, genç Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener..
Özgener derhal hızlı bir Avrupa turu yapmalı..
Almanya, Fransa, Hollanda, İsviçre başta, Türklerin yoğun yaşadığı ülkelerdeki Türk sivil toplum liderleri, Türk spor kulüpleri ve organizasyonları yöneticileriyle konuşmalı ve dış Türklerle anavatan arasındaki en sıkı bağın kurulmasında Futbolun nasıl bir rol oynayacağını belirleyip organizasyonunu kurmalı.. Federasyonun Avrupa'da merkezlerini tazeleyip, en değerli uzmanları görevlendirebilecek parası ve imkânları var. Bu iş Fatih Terim'e bırakılmadan organize edilmeli ve tıkır tıkır çalışmaya başlamalı ki, oradaki Genç Türkler, anavatanın kendilerini düşündüğünü ve istediğini hatırlasınlar ve çağrıldıklarında koşa koşa gelsinler.. Geldiklerinde de adam yerine konduklarını, sorunlu değil, saygın kişiler olarak muamele gördüklerini hissetsinler ki,
Türkiye'den kopma ve kendilerine yeni bir vatan arama çabasına girmesinler.
Bu çok önemli ulusal görev artık Fatih Terim'e bırakılamaz.