Bu ülkede yaşayanlar pek farkında olmasalar da
Türkiye 21'nci yüzyılın şanslı ülkelerinden birisi. Bu ekonomik anlamda da böyle, jeopolitik anlamda da. Bu şansın doğru değerlendirilebileceğinin garantisi yok. Son iki haftada ülke gündemini meşgul eden Deniz feneri kepazeliğine (ve bazı kesimlerde bu skandala verilen tepkilerdeki pişkinliğe) buna bağlı olarak da çıkan
Doğan-Erdoğan kavgasına, bu kavga sırasında ortaya saçılan kokuşmuşluğa, kullanılan üsluba, çeşitli yayın organlarındaki demir yumruklu, fikir özgürlüğüne tahammülsüz yönetim anlayışına baktığınızda şansın kullanılamayacağına hükmedesiniz de geliyor.
Bu kavga sürerken
Türkiye geleceğiyle ilgili konuları tartışmıyor.
Türkiye'nin köklü dönüşümü projesi olan AB üyelik süreci Ankara ve Brüksel'in ortak çabalarıyla komada tutuluyor.
Küresel ekonomi içinde yeri olan tüm ülkeleri etkileyen ekonomik kriz hakkında yetkililerin ne düşündüklerini tam bilmiyoruz. Onlar da söylemiyorlar zaten. Göründüğü kadarıyla hükümet yaşanan krizin doğası, içerdiği dönüşüm ve riskler, alınması gereken önlemlerin çeşitleri gibi konularda hazırlıksız. Daha da önemlisi zihinsel ve düşünsel bir atalet içinde. Siyaseten de pek bir mantığı yok bunun.
Dünya yapısal olduğu düşünülen, İkinci Dünya Savaşını hazırlayan en önemli sebep olarak görülen 1929 krizine benzetilen bir finansal/ekonomik krizden geçiyor.
Kapitalizm yeniden yapılanıyor. Bunun bir sonucu olarak da kazananlar listesiyle kaybedenler listesinde değişiklikler olacak. Geçtiğimiz yıl içinde bugüne dek kale gibi görülen şirketler, tarihi kurumlar çöktü.
Batı geri sayıyor Bu krizin belli sermaye kesimlerini yok etmesi, bunların yerlerine yenilerinin gelmesi bekleniyor. Dünya kapitalizminin son yirmi yıldaki gelişmesiyle palazlanmış ülkelerin ve ekonomik aktörlerin geçmişe göre daha ön planda olacağı bir dünya kapitalizmi hiyerarşisine doğru yol alıyoruz.
Bugüne dek dünyaya hükmetmiş Batılı ekonomilerin ve şirketlerin ellerindeki güç giderek azalıyor. Ama bitmiyor. Onlar da bu temizlik ardından yeni şartlara uyum sağlayacak düzenlemeleri yapacaklar.
Gene de Asya'ya doğru kayan ekonomik güç, petrol üreticisi ülkelere yapılan muazzam servet transferleri dünyadaki ekonomik dengeleri değiştiriyor. Bu gelişmeleri doğru anlayarak devlet-
ekonomi ilişkisini yeniden düzenleyen,
eğitimden, teşviklere, vergiden sosyal hizmetlerin örgütlenmesine kadar yapısını şartlara uyarlayan ülkeler bu gidişten yararlanacak.
Türkiye ekonomik dinamizm açısından, coğrafyasının sunduğu ekonomik anlamda stratejik değer açısından, ticaret ve enerji yolları üzerinde de olmasının etkisiyle bu dönemden karlı çıkabilecek bir ülke. Üstelik dünyadaki yeni güç dağılımında konumundan kaynaklanan değerle etkili bir oyuncu olma potansiyeli var.
Bu potansiyellerin gercekleşmesi ise en azından iki değişkene bağlı. Birincisi ekonomik.
Türkiye ekonomik geleceğini tasavvur etmek ve buna varmak için başvuracağı yol haritasını hazırlamak zorunda.
Aksi halde kötü savrulabilir. İkincisi dünya ile kurulan ilişkinin tarzıyla ilgili. German Marshall Fund adlı kuruluşun son araştırmasında
Türkiye'de yaşayanların kendilerinden başka kimseyi sevmedikleri, "yalnız kurt" gibi hareket etmekten hoşlandıkları, müttefiklerine, hatta kimseye güvenmedikleri ortaya çıkıyor.
Dünya ile bu denli marazi ilişki kuran bir ülkenin riskleri fırsata çevirmesi mümkün olmaz. Tanık olunan feci didişmelerin gizlediği asıl gerçek geleceği kurmayı başaramama riskidir.
Yayın tarihi: 18 Eylül 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/18//haber,FD35E818D05E41BDBEAB31A481D9ABF1.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.