Türk dış politikasının AKP dönemindeki en belirgin arzularından birisi Ortadoğu barışına bir şekilde katkıda bulunabilmekti. Bu amaçla yapılan açılımlarla, arada atılan bazı acemice adımlara rağmen, Türk diplomasisi
bölgesel denklemlerde fark yaratacak bir noktaya geldi. Üstelik yapılan açılımların ve hedeflenen sonuçların üzerinde şekillendiği kapsamlı bir yaklaşım ve siyaset mantığı da devredeydi. Bu şekilde Türkiye bölgede belirleyici değilse bile etkili ve çeşitli konularda kendisine başvurulan ya da kendisinden yardım istenen,
yaptıkları dikkatle izlenen bir güç haline geldi.
Son dönemlerde Ortadoğu'ya yönelik ilginin ve temasların yoğunlaşmasında mevcut iktidarın bu tür bir açılımı arzulamasının payı kuşkusuz yüksekti. Ancak bu farklılığın bir kopuştan ziyade uç vermeye başlamış bazı eğilimlerin daha güçlü olarak sürdürülmesi olarak da okunması doğru olacaktır. Bunun yanısıra 11 Eylül'ün ardından ABD'nin devreye soktuğu politikalar ve Irak işgali de Türkiye açısından bölgeyle daha fazla ilgilenme, gelişmeleri dikkatle izleme ve bölgede oluşacak
yeni gelişmelere müdahil olma baskısını yaratmıştı.
Türkiye iletişimi sağlıyor Konuya yabancı yorumcuların iddia ettikleri gibi Amerikan politikasının bir uzantısı ya da
kendisine rol biçilmiş bir bağımlı ülke olarak değil, Amerikan politikasının sonuçlarından hasar görmemeye çalışan bir bölge ülkesi olarak Türkiye Ortadoğu denklemiyle ilgilenmek zorundaydı. Bu bağlamda da Irak işgalinin hemen ardından ABD'nin tüm baskılarına rağmen Suriye ve İran ile yakın ilişkisini kesmedi. Sabık Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 2005 ilkbaharında Suriye'yi ziyaret etti. Üstelik Lübnan'ın eski Başbakanı Refik Hariri'nin öldürülmesinde Şam'ın parmağı olduğuna tüm dünyanın inandığı bir sırada.
Suriye ve Türkiye on yıllar süren soğukluk ve hasmane ilişkiler ardından işbirliğinin yararlarını görmeye başladı. Kürt meselesiyle bağlantılı ortak hareket arzusunun ötesinde Türkiye'nin ekonomik etki alanı kuzey Suriye'ye uzandı. Dünyadan ve Arap aleminden tecrit edilmiş, İran'dan gayrı dostu olmayan Suriye ise Türkiye sayesinde dünya ile ve son üç yıldır özellikle de İsrail ile iletişim kurmayı becerebildi. Tecrit edilmişliğini bir nebze dahi olsa kırabildi. Ankara'nın yakınlığından yararlandığı bu dönemde Şam Lübnan'da Hizbullah aracılığıyla kendisi açısından uygun görmediği gelişmeleri engelemeyi ve büyük ihtimalle hoşlanmadığı şahsiyetleri devreden çıkarmayı da becerdi.
Yargıtay'ın çıkışı talihsiz Süregelen müzakerelerin bir Suriyeİsrail barışına götüreceği hayali kurulmamalıdır. Bir sonuca varılmasını yürekten isteyen Olmert yolsuzluk davasıyla uğraşan zayıf bir başbakandır. Ülkesinin ekonomik sıkıntılarını ve tecrit edilmişliğini aşmak isteyen
Esad gelecek Amerikan yönetimine yatırım yapmaktadır. Bush yönetiminin ise bu işi sonuçlandırma arzusu yoktur. Dahası İsrail Suriye'den İran ile ilişkilerini zayıflatmasını Hizbulah ve Hamas'a verdiği desteği çekmesini istemektedir. İsrail kamuoyu Golan'dan çekilmeye sıcak da bakmamaktadır.
Ancak bu müzakerelerin başlaması ve Türkiye'nin arabulucuğuyla yapılması ciddi bir başarıdır. Türkiye'nin "yumuşak gücü"nün bir göstergesidir. Suriye'yi yakından izleyen Işık Üniversitesi'nden Bülent Aras SETA Vakfı için yazdığı bir değerlendirmede bu müzakerelerde Türkiye'nin oynadığı rolün bölgenin tüm meselelerinde Ankara'nın rol üstelenebileceğini gösterdiğini savunuyor.
Aras'a göre Türkiye'nin bölgeye bu konularda daha da ciddi katkıda bulunabilmesi diplomasinin uzman ve akademisyen katkısıyla takviye edilmesini de gerektirir. Bir de Türkiye'nin demokrasisinde geri adım atılmamasını.
Bu açıdan da yargının hafta içindeki sert ve hukuk alanı dışına çıkan, üstelik
kendi meşruiyetini de zayıflatan çıkışları ülke açısından talihsiz olmuştur.
Yayın tarihi: 25 Mayıs 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/25//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.