Yirmi yıllık komşum
"sen şeriatı getirmek istiyorsun" dediği için kendisiyle selamı sabahı kestim. Şimdi eve girip çıkarken birbirimizle karşılaşmamaya çalışıyoruz...
Babam da kaldırım değiştirirdi... Sorardım,
"az ileride 'demokratların' kahvesi var" derdi... Babam
"halkçıydı". Elli yıl sonra Türkiye'nin tadı gene kaçtı, döndük dolaştık aynı yere geldik.
Yağlanan karaciğerine aldırmadan küp gibi içki içen, sabah akşam Schubert dinleyen, yılın iki ayını Avrupa'da geçirmezse içi rahat etmeyen, en son namazını 1961 yılında kılmış herif, şeriat getirecekmiş...
Dişçim, çok da sevdiğim bir arkadaşımdır,
"birbirimize ters bir laf ederiz de tatsızlık çıkar" korkusuyla üç yıldır uğramadım, ayıptır söylemesi ağzımın içi leş gibi.
Geçenlerde Zülfü Livaneli de yazıyordu, bazı eski dostlarıyla bir araya gelmekten çekinir olmuş.
Osman Ulagay da bu yüzden yazması gereken şeyleri zamanında yazamamış olmaktan yakınmıyor muydu?
Kimileri de Sabah koridorlarında birtakım entarili kefiyeli, hatta beli cenbiyeli adamların dolaştığını sanıyorlar ve
"Araplarla aran nasıl" diye soruyorlar... Şaka yapıyorlar sanıyorum, bakıyorum, hayır, çok ciddiler!
Gözler, yürekler ve beyinler çok kararmış, çok... İnsanlar çok doldurulmuş, kötü doldurulmuş...
Tıpkı ellili yılların sonları gibi,
"düşük yoğunluklu bir soğuk iç savaş" yaşanır oldu bu ülkede.
Hele basında, herkes birbirinin gözünü oymaya kararlı.
"Hükümet yanlısı" deyimi en ağır hakaret oldu, sanki sözkonusu olan Yunan hükümeti...
Sanki bu hükümet batmış çıkmış benim çok umurumda... Bana ne sizin iktidar kavganızdan?
Ama gerçekler yazılamıyor. Gerçeği yazmak ayıp ve günah. Gerçeği yazmak kabahat işlemek. Gerçekten yana olmak,
"politikada taraf olmak" gibi algılanıyor.
Hemen istiskal, hemen hakaret.
Gri tonları yok bu yeni Türkiye'de, yalnızca akla kara var.
"Nüans" yok,
"nükte" yok,
"ironi" yasak, gülümsemek de suç. Hoşgörü tu kaka, ille düşmanlık güdeceksin.
Peki, bu kafayla devam etsinler ve hem kendilerine hem de Türkiye'ye yazık etsinler.
Bir daha söyleyeyim: Ben gerçeği yazarım, görevim budur. O gerçeğin kimin işine yaradığı beni ilgilendirmez!
Siz de yazın, Nazım Hikmet'e yaptığınız gibi, bu adam aykırılık ve çıkıntılık etmeye devam ediyor hâlâ!
Memleketi gerin def gibi, insanlar birbirlerine böyle böyle düşman kesilsinler, belki fayda sağlarsınız olacaklardan. Belki patronunuza üç kuruş daha kazandırırsınız.
Ben artık iyice yalnız kalmak istiyorum.
Çünkü sıtkım sıyrıldı.
Tabutumu taşıyacak dört kişi bana yeter, o da çıkmazsa nasıl olsa cemaatten tanımadık dört hayırsever bulunur, öğleyi kılıp gelirler musalla başına... Yoksa bu da mı şeriatçılık oluyor? Peki, cesedimi yakıp küllerini Kurbağalıdere'ye serpin, sanki çok umurumdaydı...
Bu kadar kıskançlık, bu kadar çekememezlik, bu kadar nefret size yarar getirmeyecek, küçüldüğünüzle kalacaksınız
"eski arkadaşlar" ... Ama bilin ki bu gidiş iyi gidiş değildir ve iç savaşlarda, bir kazanan bir yenilen görünse bile, aslında ülkenin bütünü kaybeder.
Psikolojik iç savaş çıkardığınız için torunlarınızdan utanacaksınız.
Yayın tarihi: 25 Mayıs 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/25//ardic.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.