Siyaset iktidar için yapılır. İktidar da kaynakların nasıl dağılacağına, farklı çıkarların göreli olarak nasıl gözetileceğine ya da gözetilmeyeceğine karar verir. Kimlik üzerinden siyaset yapmak ve siyasi mücadeleyi kimlik veya
hayat tarzı farklılıklarına indirgemek bu açıdan bakıldığında bir hedef saptırmayı da içerir.
Zira kimlikler ne denli önemli olurlarsa olsunlar çıkar mücadeleleri ve haklı bölüşüm konularında aslında sessizdirler. Bazen kimlik politikalarıyla çıkar üzerinden yapılan
pay mücadeleleri çakışabilir. Ama bir noktadan sonra kimlik söylemi çıkar çatışmasını gizlemek için de kullanılan bir araçtır, bir
perdeleme yoludur ve siyasetin reddidir.
Benzer kıyafetleri giymek, benzer yaşam tarzlarına bağlı olmak, benzer değerleri paylaşmak belli ortak davranışların önünü açabilir. Bazı hakların kazanılması için verilecek bir mücadelede ortak zemin oluşturabilir. Ortak olarak elde edilecek haklar önemlidir ve insanların yaşam koşullarını değiştirir. Ancak kimlik ortaklığı söylemi aynı zamanda önemli çıkar farklılıklarının görülmesini veya dile getirilmesini önleyebilir de.
Ortak kimlik değerlerinde kimin ne kadar ortaklık hissesi olduğu sorusu cevaplandırılmaz. Bir kimliğin hükmedenleri ve
çıkarlarının nasıl kollandığı açığa çıkmaz. Kimlik grupları içindeki güç farkları mazlumiyet söylemi arkasına gizlenir. Bu nedenle siyasi analizlerden sınıf kavramının çıkarılması son dönemin en talihsiz aslında da
en ideolojik, çarpıtmacı gelişmelerinden biridir.
Sesimizi duyan var mı? Tuzla'da yaşananlara bir de bu açıdan bakmak gerekir. Mazlumların temsilcisi olduğu iddiasıyla iktidarda olan bir partinin kıyım seviyesine gelmiş iş kazaları konusundaki
vurdumduymazlığını ancak bu bakışla anlamak mümkün. Ondan bile duyarsız olan muhaliflerininkini de. (Ölen/ölüme yollanan işçilerin eşlerinin başortülü oldukları fotoğraflarından görülüyor. Acaba birincil işverenlerin ve taşeronların eşleri de başörtülü mü insan merak ediyor.)
Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu Üyesi Bilgi Üniversitesi'nden Aslı Odman'ın Paraketa dergisinde (www.paraketa.net) yazdığına göre Tuzla tersanesinde iş hacmi son yıllarda üç kat artmış. Ancak 40 civarındaki tersane sahibi artan iş hacmini "iş saatlerini artırarak, iş ritmini hızlandırarak, işi yoğunlaştırarak" karşılıyorlar. Tabii asgari çalışma güvenliği tedbirlerini dahi almıyorlar. Bu durumda da "iş çabuk bitsin diye, oksijen hortumları ve elektrik kabloları birbirinden ayrılmazsa, işçinin kaynak yapacaği gemi dehlizleri fanlarla gazlardan arındırılmazsa işçi patlamada ölür."
Gene Odman'ın belirttiğine göre tersane sahipleri kadrolu olarak en fazla 100 küsur işçi göstermektedir halbuki aldıklrı işyükünün gereği gemi inşasında 1000e yakın işçi çalışmaktadır. Sağlık ve güvenlik hizmetleri de 100 küsur işçiye göre sağlandığından diğerleri taşeronların insafına kalmış durumda. Odman taşeronları birinci derecede sorumlu tutmuyor zira sorumluluk tersane işverenlerine ait.
Güven Sak ise aynı konuda bir başka soruna dikkat çekiyor. Tersane işçiliği nitelikli işgücü kapsamına giriyor. Ancak hızla büyüyen bu sektörün nitelikli işgücü ihtiyacına yönelik olarak Bakanlığın örgütü İŞKUR'un bir eğitim hamlesi görülmemiş.
En vahimi ise herhalde toplumdaki inanılmaz duyarsızlık bu ölümler karşısında. O konuda,
dışarıdan vicdan ithal edilemeyeceğine göre yapılacak bir şey yok. Son olarak ise şunu vurgulamak gerekir. AB üyesi bir ülkede devlet, tersane sahipleri ve diğer sorumlular
ortak cinayet işleyip böylesine huzur içinde yaşamayı hayal bile edemezlerdi.
Yayın tarihi: 22 Mayıs 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/22//haber,F672361E55444F1C8F8C11578FA93515.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.