Belli bir yaşın üzerindeki
vicdan sahibi vatandaşlar açısından 1 Mayıs 1977 kolay unutulacak bir tarih değildir. O gün göz göre göre ve teammüden Taksim meydanına giden insanlar katledildiler. Daha sonraları açığa çıktığı gibi göstericilerin üzerine Sular İdaresi'nden ve şimdi Marmara Oteli olan Intercontinental Oteli'nden ateş açıldı. O gün orada olanlardan Ümit Kıvanç'ın hatırlattığı gibi kaçmaya çalışan insanların üzerine panzer gitti, Kazancı yokuşu
ezilerek ölenlere mezar oldu.
Adet olduğu üzere bu katliamın da sorumluları asla aranmadı. Eldeki bilgilere rağmen
sorumlu kişiler ortaya çıkarılmadı. Milletin vekili olarak Parlamento'ya gidenler hiç bir zaman devletten bu işin hesabını soracak cesareti bulamadılar ya da kendileri de zaten orada
ölenlerin kaderini umursanacak bir durum olarak değerlendirmiyorlardı, dert etmiyorlardı.
31 yıl önceki gösteriye katılan örgütlerden bazılarının oraya kavga aramak için gitmiş olmaları, solculuk adına o dönemde çok kötü eylemlere girişilmesi, demokrasi diyenlerin
demokratlıktan hiç nasiplenmediklerinin bilinmesi bu umursamazlığın gerekçesi olamaz. Kanlı 1 Mayıs'ın da yolunu döşediği 12 Eylül darbesi ve ardından gelen feci baskıcı ve kanlı rejim döneminde insanlar zaten ağır bedeller ödediler.
İslamcılıkla milliyetçilik arası Devlet kendi vatandaşlarına, en iyi yetişmiş insanlarına benzerine Latin Amerika örneklerinde de rastlanan bir
insafsızlıkla ceza verdi. Hiç bir zaman hazzetmediği solun belini kırdı ve Türkiye'yi İslamcılıkla Milliyetçilik arasındaki bir ideolojik sarkacın ritmine mahkum etti. Bundan kaçmaya çalışanlara, farklı düşünce ve siyasi hareket alanı açmaya çalışanlara da büyük öfkeyle karşılık verdi. En kötüsü ise Latin Amerika'dan farklı olarak Türkiye'de kimse yapılanlar nedeniyle sorguya çekilmedi, hesap vermedi, ceza görmedi. Yani bu ülke ve toplum yakın tarihinde yaşananlar bağlamında bile
tarihini öğrenmemeye, unutmaya mahkum edildi. Tıpkı Garcia Marquez'in Yüz Yıllık Yalnızlık romanında, iç savaşın buna katılanlar tarafından bile hatırlanmaması gibi.
Pazar günkü Taraf gazetesinde Ayşe Hür işçi hakları ve 1 Mayıs'ın Osmanlı'dan bugüne tarihini anlatıyordu. İlk 1 Mayıs kutlaması Haftalık yazılarında Cumhuriyet tarihini didik didik eden, örneğin Onuncu Yıl Marşı'nın bile muhtemelen Jean Jacques Rousseau'nun bestesinden hafif deyimiyle uyarlama olduğunu ortaya çıkaran Hür'ün anlattıklarından ortaya iç açıcı olmayan bir tablo çıkıyor. Vatandaşların hak ve hukukunun korunması açısından hiç bir dönemde pek verimli olmayan bu topraklarda çalışanların da hakları genelde tanınmamış.
Hak arama teşebbüsleri ise olabilecek en sert yöntemlerle bastırılmış. Kanunlar hak aramanın yasaklanması mantığıyla hazırlanmış ve uygulanmış. Zaten bu nedenledir ki 1975 yılına kadar Bahar bayramı olarak kutlanan 1 Mayıs, kitlesel olarak dünyada olduğu gibi ancak 1976'dan sonra İşçi bayramı olarak kutlanabilmiş. İkinci kutlamada da katliam yaşanmış ve o perde de kapanmış.
Mazlumların temsilcisi iddiasıyla, kendilerini Türkiye'nin zencileri gibi gördüklerini söyleyenlerin kurdukları geleneklere de bağlı olduğunu söyleyen bir partinin 1 Mayıs konusunda sergilediği tutumun şiddeti bu nedenle aslında
geleneklere uygun. Gönül, hükümetin hiç değilse demokrasi mücadelesi verdiğini söylerken hak aramaları bir gerginlik unsuru haline getirmemesini isterdi. Bu tavır aslında kimlik siyasetinin neden
siyaseti dışlayan bir siyaset türü olduğunu da gösterdi aslında. Kimliklerin ortaklığının
bir göz boyama olduğu, iktidarda ortaklık anlamına gelmediği iyice belli anlaşıldı.
Bugün Taksim'de şiddetin egemen olmaması, ülkeyi
yasa boğacak bir tatsızlık yaşanmaması dileğiyle.
Yayın tarihi: 1 Mayıs 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/01//haber,F758915E9BFD4BB8B6A007BCF451EA21.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.