Çok yorucu bir ülke burası kuşkusuz. Yorucu olmasının en önemli sebeplerinden biri de ortak bir dile, toplum için ortak özgürlük alanı özlemine, bireyler için hak anlayışına ve
farklılıklar içinde bir arada yaşama iradesine sahip olmaması. Dayatma ve sürekli kendine yontan bir nalıncı keseri hali en önemli ortak özellik. Bu durumda da en küçüğünden en büyüğüne hiçbir sorun halledilmiyor. Ancak ertelenebiliyor. Ertelendikçe de dallanıp budaklandığından, artık halledilmesi gerektiğinde başlangıçta söz konusu olmayan yeni meseleler de ana konuya eklenmiş oluyor. O noktaya gelindiğinde
toplumun genetik yapısına işlemiş korkma hali tetikleniyor.
Her kesim karşısındakinin de aynen kendisi gibi mutlakiyetçi bir zihniyet yapısında olduğunu bildiğinden ya da bunu varsaydığından duruşunu keskinleştiriyor. Tartışma sıfır toplamlı diye kabul edildiğinden yaşamsal, varoluşsal bir kavgaya dönüşüyor. Aynı dili kullansalar da insanlar aslında aynı dilde konuşmuyorlar.
Müslüman ülkelerdeki kadın durumunu anlattığı
Duvarların Arkasında kitabı yeni çıkan Ayşe Böhürler'in "Ortak alanımızda birbirimizin hukukunu korumak için karşılıklı ahitleşmek yerine duygusal, kaba, hodbin, kırıcı -kabile savaşları yaparmışçasına ilkel-yaklaşımların kime ne yararı var ki?" sorusu bu nedenle duyulmuyor.
Fırsatçılıkları ortada Üniversite öğrencilerinin derslere türbanla girememesi nasıl yanlışsa, bu meselenin anayasa değişikliği yoluyla ve
Meclis çoğunluğunun dayatması olarak gerçekleştirilmesi de o kadar yanlıştı. Hiç kuşkusuz bu baskın basanındır zihniyeti, karşısındaki korku ile bilenmiş yasakçı anlayışı tahrik edecektir. Bitmek tükenmek bilmeyen bir itiş kakışın önü de açılmıştır. Üniversiteler ve yargı CHP ile birlikte
ortalığı ayağa kaldıracaktır .
Bugüne dek herhangi bir temel özgürlük söz konusu olduğunda sesi çıkmamış, hatta bu konularda olumsuz tavır almış
MHP'nin bu meseleye özgürlük ilkesi çerçevesinde yaklaştığına inanmak zaten zor. Tüm vatandaşların özgurlük ve hukuku söz konusu olduğunda geçmişteki ve bugünkü sicili açık.
Neye inandığı, hatta herhangi bir şeye inanıp inanmadığı tayin edilemeyecek derecede
kaypaklaşan AKP ise toplumsal uzlaşma arama yönündeki sözünü tutmamıştır. Gündemdeki özgürlükle ilgili meselelerin hiçbirinde göstermediği heyecanla MHP'nin peşine takılmasında da insana
bıkkınlık veren oportünizminin tüm unsurları mevcuttur.
Ya ciddiyet, ya tükenme Ancak Hasan Bülent Kahraman'ın Cuma günkü yazısında savunduğu gibi belki de MHP'nin oyununa gelmiştir. Artık başörtüsünü değilse de türbanı yasaklayan parti konumundadır.
GATA kriterine uygun başörtüsü demek Silahlı Kuvvetler'in koyduğu tanım ve sınırlamaları kabullenmek demektir. Bu açıdan bakınca
Ergenekon davasının en tepedekilere kadar ulaşacağını düşünmek için de pek neden kalmıyor. Zira belli ki AKP artık bir sistem partisidir ve sistemin temel kurumuyla mükemmelen uzlaşmıştır.
Doğrudur şu sıralarda AKP'nin önünü kesebilecek hiç bir siyasi akım veya parti ortada yoktur. Çıkması da kısa vadede gerçekleşebilecek gibi değildir. Yerel seçimler muazzam bir gelişme yaşanmazsa çantada kekliktir. Ancak tarih şunu da gösterir. Oportünizm bumerang gibidir sonunda gelip kullananı vurur. AKP
ya AB işini ciddiye alarak bu ülkenin hak, hukuk, özgürlük ve refah problemini çözecek kurumsal adımları atacaktır. Ülkenin insan sermayesinden yararlanmak için çaba gösterecek ve uzlaşma kanallarını açacaktır.
Ya da kendisini tüketecektir.
Yayın tarihi: 3 Şubat 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/03//haber,297276F4748D4C17BF61299FFEF151A7.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.