Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi her yıl Ortadoğu Hukuk Çalışmaları Semineri adında bir konferans düzenler. Seminerin bu yılki konusu "Ortadoğu'da Ahlaki Zorunluluk". Seminere sunulan makaleler ve bunların etrafındaki tartışmalar siyaset, ahlak ve bunlar arasındaki ilişkide
gri alanların ne ölçüde geniş olduğunu, kafası çok net şekilde yargıda bulunanların aslında ne kadar yanılabileceklerini göstermesi açısından hayli
öğretici. Bu soruları sorup cevaplandırmaya çalışırken
siyaset ve sorumluluk arasındaki bağlantıyı ve münasebeti de insan ister istemez düşünmek zorunda kalıyor.
Ahlak son dönemde Türkiye'de de gündeme çok gelen ve yazık ki genelde cinsellik, özel olarak da kadın cinselliği bağlamında tartışılan bir kavram. Cinsellikle hayli sıkıntılı ilişkisi olan ve bu konuda
derin ikiyüzlülük sorunları bulunan bir toplumun ahlakı neredeyse yalnızca bu konu üzerinden tartışır hale gelmesi aslında kaygı verici. İş ahlakı, etik kurallara saygı, sözünün arkasında durma gibi
içselleştirilmesi gereken ahlaki davranış kalıplarına uymada eksiklikler çarpıcı boyutlarda. Bunun kadar vahimi ise ülkeyi tepeden tırnağa kuşatan ahlakçılık. Ahlakçılık en sahtekar düzeyde kendinizi
sürekli başkalarını yargılama hakkına sahip gibi görmeniz şeklinde ortaya çıkıyor. Gerekçe açıklamak zorunda kalmadan insanlara etiket yapıştırılabiliyor, yaptıkları ve söyledikleri mahkum edilebiliyor
'Dağlıca davası' düşündürücü Böyle bir ortamı daha da çekilmez hale getiren bir boyut daha var. Güç giderek artan şekilde doğru olanın ya da sayılması gerekenin ölçüsü haline geliyor.
Zayıf olan, sesini duyuramayan ezilip gidiyor. Bunun en çarpıcı ve aslında vahim örneklerinden birisini Dağlıca baskınında esir alınan ve sonradan iade edilen askerlerin davasında görüyoruz. Başta Adalet bakanı olmak üzere toplumun hatırı sayılı bir çoğunluğu o askerlerin ölmüş olmasını yeğliyordu. Bir toplumun ölülerini canlılarından daha fazla sevecek bir ahlakı nasıl geliştirdiği sorusu yeterince çarpıcı hatta dehşet verici.
Ortaya çıkan iddianame gerek iddiaları gerekse üslubuyla biraz hukuk terbiyesine sahip ve vicdanında adalet duygusu taşıyanlar açısından yenilip yutulması kolay olmayan bir metin.
Bu konunun üzerine çok ciddi şekilde giden Taraf gazetesi idianameyle ilgili önemli soruları da gündeme getirdi. Belki bunlar içinde en önemlisi tüm iddiaların gerçek olduğu varsayılsa dahi
neden yüksek rütbeli kimsenin suçlanmadığıydı. Askerlikte, eğer dünyadaki kurallarla Türkiye'dekiler aynıysa, sorumluluk komutandadır. 36 saat boyunca yardımına gidilmeyen bir karakola neden bu kadar uzun süreyle yardıma gidilmediğinin hesabını da telsizci Ramazan Yüce'nin vermesi herhalde beklenemez.
Bu türden davalara ve sorumlulukların doğru dağıtılmaması örneklerine Türkiye'de çok rastlandı. Ancak eğer bundan sonra "böyle gelmiş böyle gidecek" denilmeyecekse işte o noktada siyasi iktidarın farklı bir toplumsal iklim yaratması gerekecektir. Siyasi iktidar hukuk devleti olmak için gerekli reformlarda veya Kürt meselesinde verdiği sözlerin gereğini, ortaya hiç mazeret koymadan yerine getirmek zorundadır. Aksi davranış gerçek tanımıyla
ahlak dışına çıkmak anlamına gelecektir.
Radikal gazetesi yazarı Gökhan Özgün'ün 6 Ocak tarihli yazısındaki tespiti o nedenle çok önemlidir: "AKP'nin getirdiği umut, demokrasiye duyduğu ihtiyaçtı, yoksa 'demokratlığı' değil. Ve şu anda Türkiye ihtiyaç molası vermiştir. AKP ihtiyacını ya devletin değişmez sahiplerinin gösterdiği yerde giderecektir. Ya da demokrasinin gösterdiği yerde."
Vereceği karar
iktidar partisinin ahlakının da ölçüsü olacaktır.
Yayın tarihi: 13 Ocak 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/01/13//haber,838D8AFCD8EB4C9BA2CC2338F859CE17.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.