Ortadoğu'da yaşayanlar en azından yüz elli yıldır kaderlerine hakim olmadıklarından yakınır. Gerikalmışlıklarının nedeni budur. Emperyalist güçler (ki yakın zamana kadar milliyetçiler bunu Osmanlı İmparatorluğu'nu da kapsayacak şekilde kullanırlardı) gelişmeyi tıkamıştır. Osmanlı'nın İttihatçı maceracılığının da bir sonucu olarak yıkılmasının ardından
bölgede yükselen miliyetçiliğin de, şimdilerde İslamcılığın da ortak şarkısı bu. Bu dert özel olarak da bölgenin Arap devletlerine ait.
Kendine özgü siyaset yapılanmasını becerememesinin ardında herkesin kendine göre aradığı nedenler vardır. Ancak ortaya çıkan tablo şudur. Ortadoğu bölgesi ekonomik ve siyasal anlamda dünyanın, bugünkü
dünya gerçeklerinden en kopuk bölgesidir. Ne düzgün bir ekonomik düzen kurulabilmiştir, ne de siyasette vatandaşa hesap veren bir yapılanmaya gidilmiştir.
Nüfusun ezici çoğunluğu genç, ekonomik olarak bir gelecek umudu taşımamakta. Rejimler kemikleşmiş ve yolsuzluklara açık.
Kadınların okuryazarlığı ve toplumsal konumları, eğitim düzeyi, okuma yazma oranları, sosyal hizmetler, gazete kitap satışı, dünyadaki gelişmeleri takip etme gibi konularda bölge ülkeleri nal toplar.
Sessiz yürüyüş beklentisi Bu feci tablonun nedenlerini dinde aramaya gerek yok. Siyasal yapı bu şekilde kurulmuş ve kendisini sürdürebilmekte. Bu tabloyu ortaya çıkaran nedenlerden biri emperyalizmdir kuşkusuz. Ancak Ortadoğu İkinci Dünya Savaşı sonrasında kendi vehmettiği ölçüde de önemli bir bölge değildir. Tabii ki petrolün akışı önemlidir ama
asıl stratejik merkez Avrupa'dır . ABD 1967'deki
6 gün savaşına kadar Arap devletleriyle de işbirliği yapmanın yollarını aramıştır.
Emperyalizm konusunu biraz daha irdelemekte yarar var. Zira dünyanın geri kalan bölgelerinde de Avrupalı devletler sömürge kurdu. Fransız ve İngilizlerin buralardan sökülüp atılmaları
çok kanlı şekilde gerçekleşti. Ancak Asya'daki sömürgeler kendilerini toparlamayı becerdi. Müslüman olanları da dahil. Birkaç ay önce kendisine benzemekten pek korkulan
Malezya'ya bakılabilir .
Bunu gerçekleştirebilmelerinin en önemli sebebi öfkelerini bir başarı hedefine yönlendirmeleri,
geleceği kurmaya odaklanmalarıydı . 1947'ten itibaren Fransızlar, Amerikalılarla savaşan Vietnam örneğine bakın. Kendisine
ağır bedeller ödeten iki ülkeyle
ticari ilişkilerini yoğunlaştırdı . Ekonomisi hızla büyüyor, toplumu refahtan pay almaya başladı. Enerjisini kalkınmaya harcıyor.
Ortadoğu böyle yapıcı bir siyaset projesi üretemedi. Milliyetçilik de dincilik de yalnızca yakınma, öfke, intikam üzerine kurulu projelerle ortaya çıktı. Şiddet kendi başına bir değer haline geldi. Batılı ülkelerin yerleşik rejimleri, desteklemeleri öfkeyi kabarttı.
Irak işgali tuz biber ekti. Bunun da bir sonucu olarak daha iyi bir hayat, daha özgür bir ortam ve çocukları için daha iyi bir gelecek isteyen geniş toplum kesimleri çaresiz kaldı.
Tüm bunları bir şekilde
Diyarbakır'daki feci olaya bağlamak mümkün. Türkiye'deki herkes hayatını üreterek mi, şiddetle mi yeniden kuracağına karar vermek zorunda. Kürtlerin Cumhuriyet tarihi boyunca ciddi
şiddete maruz kaldığı, vatandaşlık sorunları yaşadığı ortada. Ancak bu dönemleri sona erdirme imkanını da Türkiye nihayet yakaladı. Bu imkanı kullanmak yerine şiddete teslim olmak, sonunda herkesin geleceğini karartacak.
Burası Ortadoğululaşacak. Keşke burası böyle bir eylemin ardından tıpkı İspanya gibi
Türküyle Kürdüyle bir milyon kişinin sessizce yürüyerek terörü reddettiği bir yer olabilseydi. Kimbilir belki hala olabilir. İstemek gerek.
Yayın tarihi: 6 Ocak 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/01/06//haber,14D798662AA64F86903AB02414AABCCA.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.