Merkez ülke kavramının ulu orta ve bazen de sakıncalı bir sığlıkla kulanılmasının sonuçlarından biri de
Türkiye'yi dünyanın merkezi olarak görmek. Bundaki en ciddi sorun ise etraftaki diğer
dinamiklere gözleri kapamak olabilir. Dışarıda olup bitenleri doğru takip etmezseniz de sizi etkileyen olayların anlamını doğru kavramama ihtimaliniz artabilir. Bunun da ötesinde kendi zaaflarınızı önemsememek veya gözardı etmek tehlikesiyle de karşılaşırsınız.
Örnek vermek gerekirse Irak'ta Sünnileri seçime sokan, her konuda kendisine danışılan, komşu ülkeler konferanslarını düzenleyen
Türkiye, Irak Kürtleri ile kendi iç dengeleri nedeniyle makul bir ilişkiye giremiyor. Her ülke Erbil ve Süleymaniye'de temsilcilik açar, bugüne dek Türk işinsanlarının tekelindeki alanlara girmeye başlarken Türkiye bunu yapamıyor. Daha da vahimi Irak Cumhurbaşkanı Celal
Talabani'nin ziyaret etmediği yegane bölge ülkesi Türkiye.
Türkiye Cumhurbaşkanı'nın ABD ziyareti başarılı geçti. Abdullah Gül, Türkiye açısından önemli sayılacak tüm bakanlarla ve Başkan Yardımcısı Cheney'le görüştü.
İkili ilişkilerde gelecekte yapılacak işbirliğinin
temel taşını enerji konusunun oluşturacağı da söylenebilir. Türkiye'nin ABD'den Kıbrıs konusunda istediği desteği alıp alamayacağını söylemek için henüz erken. Benzer şekilde Başkan Bush'un, Angela Merkel ve Nicolas Sarkozy ile konuşması halinde Türkiye lehine bir sonuç alabileceği de şüpheli.
Türkiye'nin benzeri yok ABD'nin Irak macerasının bugün vardığı noktada Türkiye ile ilişkilerini iyiye götürmesini istemesi de şaşılacak bir durum değil. Bush'un süresinin bitmesinin de etkisiyle bundan sonraki dönemde bölgedeki tüm devletler
yeni güç dağılımı için manevra yapıyor . Bu bağlamda ABD'nin uzun süredir müttefiği olan
Türkiye ile özellikle de Türkiye'nin kapitalist, demokratik, laik ve Müslüman bir ülke olması nedeniyle
ilişkilerini sağlamlaştırmak istemesi de doğal . Bölgede Türkiye'nin konumunda olup sağlam bir devlet yapısına, güçlü bir orduya, işleyen bir ekonomiye ve Batı sistemi ile kurumsal ilişkilere sahip başka ülke yok.
İlişkinin diğer tarafına bakıldığında da aksine ne söylenirse söylensin AKP de dahil olmak üzere Türkiye yönetici sınıfı, ABD ile ilişkileri iyileştirmek istiyordu. Ülkede, seçkinler tarafından da körüklenen Amerikan aleyhtarlığının düzeyi ne olursa olsun, yönetim sorumluluğunu paylaşanların arasındaki mutabakat buydu. Özellikle
Silahlı Kuvvetler, 1 Mart 2003 tarihinden beri ve asla sindirilmeyecek
Süleymaniye rezaletine rağmen, ABD bağlantısını güçlendirmeyi arzuladı. Bu bağlamda eski
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün 20 Nisan 2005'te yaptığı ve yaklaşık on gün sonra Başbakan Erdoğan tarafından neredeyse aynen tekrar edilen konuşmasını hatırlamakta yarar var.
Gelişmeleri iyi takip gerekli Türkiye-ABD ilişkilerinin Soğuk Savaş'tan farklı bir tarzda kurgulanması gerekiyor. Buna kuşku yok.
Ankara kendisinden her istenileni de yapacak değil. Ancak çevrede olup biten gelişmeleri de iyi takip etmesi ve değerlendirmesi gerekiyor.
Türkiye'ye düşen, kendisine verilen önemi yeni bir vehim kaynağı haline getirmek değil, yeni koşullarda
önemini ve değerini nasıl koruyacağının hesabını yapmaktır. Başta da Amerika ile yapacağı enerji işbirliğiyle Rusya ve İran'a bağımlılığının birlikte nasıl yönetebileceği üzerinde düşünmesi gerekecek. Abdullah Gül'ün ziyaretiyle girilen yol ve diyalog imkanları bunu gerçekleştirmeyi kolaylaştıracak bir ilk adım sayılmalıdır.
Yayın tarihi: 10 Ocak 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/01/10//haber,3C02727390814D0EAB3AD03567DF6CCE.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.