Türkiye 28 Şubat benzeri bir sürece sokulmak isteniyor.
Aslında oyunun aktörleri bile aynı. Perde önündekilerin sadece isimleri farklı.
Yine muhafazakar bir iktidar bir yanda, Genelkurmay diğer yanda.
Bir de olayın perde arkası kahramanları var.
Demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi kavramları ağızlarından düşürmeyen bildik aktörlerle, Demokrat Parti kökeninden gelen, o hareketlerin öncülüğünü yapmış isimler bunlar.
Demokrasiyi sadece kendi iktidarları olarak algılayan kesim aslında onlar.
Kendilerinin işbaşında olmadığı dönemlerde ya laiklik tehlikeye giriyor ya da ülke bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
1960 darbesinin üzerinden 47 yıl geçmiş, Türkiye AB'nin eşiğine gelmişken yaşanan bu olaylar gerçekten acı verici, üzücü.
Laiklik elbette bu toplumun olmazsa olmaz temel direklerinden biridir.
Ama demokrasi de öyledir.
Türkiye laiklik ve demokrasiyi bir arada yaşatmayı başardığı için bu coğrafyada bir yıldız gibi parlamış, model ülke haline gelebilmiştir.
Bugün laikliği koruma adı altında bu modelin demokrasi ayağına kurşun sıkılmıştır.Kim ne derse desin, bugün itibariyle "özürlü bir demokrasimiz" vardır. Ancak demokrasi, uğruna mücadele edildiği zaman anlamlı ve değerlidir.
Tepeden inmiş bir demokrasi, bağışlanmış haklarla sağlıklı bir toplum düzeni oluşturamayız.
Onun için "gün demokrasiye sahip çıkma günüdür." Görüşü ne olursa olsun, ister sağda ister solda olsun, demokrasiyi, Cumhuriyet'in temel değerlerini kabul etmiş, içine sindirmiş tüm siyasi partilerin bu ortak paydada birleşmesi tarihi bir görevdir.
Siyaset, siyasi rakiplere karşı yapılan bir mücadeleyse, siyasetçiye düşman gözüyle bakanların bu mücadelede yeri olmaması gerekir.
Çünkü düşman imha edilir.
Demokraside ise rakip geçilir, fikri çürütülür ama rakibe saygı duyulur. Çünkü demokrasi ancak karşıt fikirlerin özgürce yarışabildiği bir ortamda var olabilir.
Silahın konuştuğu ortamda, silahın devreye girdiği anda fikir sahipleri sesini yükseltemez.
Böyle bir ortamda elbette iktidara düşen ağır sorumluluklar vardır.
Ancak muhalefete düşen görevler de vardır.
Muhalefetin tek dayanağı halk olmalı, ordunun gölgesinde veya vesayetinde siyaset yapıyor görüntüsü vermemelidir. Bugün önümüzdeki tablo açıktır.
Böyle bir durumda Meclis'in sağlıklı bir biçimde işletilmesi, siyasetin kendi mecrasında yoluna devam etmesi şansı çok düşüktür.
Yapılacak ilk iş Anayasa Mahkemesi'nin Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili kararının ardından derhal çözümü halkta aramaktır.
Demokrasinin yakalandığı bu hastalığın çaresi sandıktadır. Hem mevcut iktidarın her icraatına karşı çıkmak, hem de hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmeyi istemek, demokrasiye en büyük ihanettir.
Halkın sağduyusu Türkiye'nin bu badireden de sağlıkla çıkmasını sağlayacaktır.
Siz bu halka güvenin ve kararına saygı duyun yeter.
Yayın tarihi: 29 Nisan 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/29//haber,8FEFAA8109AB4EF8B3257444487477FF.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.