|
|
|
|
|
Annem öyle bir bakardı ki küçülürdüm
|
|
Yılda 14 film çekiyordum, sürekli çalışıyordum ama evin masraflarına yetmiyordu. Çünkü annem gösterişe çok meraklıydı. Sürmenaj olmuşum, farkında değilim. Gülşah daha bebekti. Bir sabah kalktım ve yürüyemedim.
O kadar çok çalıştım ki gençliğimi yaşayamadım
Türk sinemasının gelmiş geçmiş en büyük yıldızlarından biri o... Hep mütevazı hep güzel ve alımlı... Hülya Koçyiğit 'film gibi hayat'ını Aktüel Pazar'a anlattı.
Film gibi yaşadım... Türk sinemasının bir starı için; Hülya Koçyiğit için kendini, yaşamını anlatabileceği bundan daha güzel bir cümle olamaz herhalde... O cümle içinde neler gizlidir, o cümleye ne çok anlamlar yüklenmiştir bir bilseniz. Ben dinlediklerim, gördüklerim, şahit olduklarımla birazcık biliyorum. 5 yaşında okula başlayan, 8 yaşında ailesinden uzakta, Ankara'da bir yatılı okulda okuyan, sıla hasretinden dolayı hastalanan o küçük kızı... Yine çocuk denecek yaşta, annesi Melek Koçyiğit'in onu kendi dünyasında yarattığı bir hayalin içine oturtmaya çalıştığı günleri, mücadeleleri... Babasının ani ölümüyle yaşadığı korkuyu ve hala silinmeyen izlerini... Sinemadaki zorlukları, yoğun çalışmaktan dolayı delilik sınırında dolaştığı günleri... Şöhreti, yaşanmamış bir gençliği, parasızlığı... Bunları biliyordum... Ama bir de 'benim ona yetişebildiğim zamanlarda' gördüklerim var. 15 yıl önce gazeteciliğimin ilk heyecanlarında tanıştım Hülya Koçyiğit-Selim Soydan çiftiyle... Bir starın, nasıl mütevazı olabileceğini en güzel haliyle onda gördüm. Üstelik büyük savaşlardan, yorgunluklardan çıkıp gelmiş bir kadındı, pes edeceği anların sınırlarında da dolaşmıştı zaman zaman. Ama gözleri, ta içinden hep gülüyordu.
* Türkan Şoray gibi sizin hayatınıza baktığımızda da aynı şeyi görüyoruz. Yaptığınız işe, şöhrete, onun getirdiği sorumluluklara karşı müthiş bir adanmışlık söz konusu. Çok şey vermişsiniz, peki çok mutlu olabildiniz mi? Mutlu oldum tabii... Çok mutlu oldum...
* Ama kaybettikleriniz? Kaybettiklerim de oldu ama karşı taraftan o kadar muhteşem bir şey alıyorsun ki o zaman kendini bile bile, göz göre göre feda ediyorsun. İnsanların gönlündeki alkışı alıyorsunuz, saygı görüyorsunuz, takdir ediliyorsunuz, baştacı ediliyorsunuz. Bu herkese nasip olabilecek bir şey değil. Sevgilerin en safını, karşılıksızını, muhteşemini yaşatıyor bizim insanımız. Bunun için de sen sağlığını bile feda edebiliyorsun...
* Siz de sağlığınızı feda etmişsiniz... Kızınızın büyüme çağında onun yanında olamamışsınız ve bunun manevi yükünü hep taşımışsınız. Değer miydi? Tabii ki değdi. İyi ki böyle bir yaşamım oldu.
ONLARI HOŞ TUTAYIM YETER * Siz bu hayatı yaşarken kuşkusuz o yorgunluğu eşiniz ve kızınız da taşıdı, paylaştı? Sonuçtan herkes kendine olumlu, bir iftihar payı çıkarıyor. Onların yorgunlukları oldu, özverileri de oldu. Ama sonuçta en çok yorulan benim.
* Her yerde denge unsuru olmaya çalışıyor ve anladığım kadarıyla da kendinizi başkalarına adıyorsunuz... Huzur olsun, herkes keyifli olsun, herkes hayatından mutlu olsun, aradıkları zaman beni bulabilsinler, ben onları hoş tutayım istiyorum...
* Ben sizi lunaparklardaki balerinlere benzetiyorum. Eteklerinizde bir sürü insanla dönüyorsunuz. Peki ya sizin dengeniz bozulursa? Doğru diyorsunuz... Bir taraf çöktüğü zaman ben de çöküyorum. O an dik duramıyorum. Bunu bir terazi gibi düşünün. Terazinin diğer tarafı güçlüyse beni ortaya doğru çekerek, dengeyi sağlamaya çalışıyor. Bu da çoğunlukla Selim ile Gülşah'a düşüyor. Çünkü ben ailenin diğer yarısına da çok düşkünüm. Onlar da benim şevkatime, maddi desteğime ihtiyacı olan insanlar...
* Çocuk denecek yaşta aile reisliğine soyunmuşsunuz. Ve bu sorumluluk hala devam ediyor öyle mi? Hala devam ediyor. İki kardeşim dul, annem felçli bir hasta ve delikanlı bir yeğenim var. Hatta bakmakla sorumlu olduğum bir başka yeğenim daha var. Bu 25 senedir böyle. Bu benim görevim. Belki de vaktiyle benim yapamadıklarım olduğu için bugün bütün bunları yüklenmek durumunda kaldım. Evlendiğim için Nilüfer çok küçük yaşta çalışmak zorunda kaldı, ailesine o baktı. Ben sinemadan hiçbir zaman doğru dürüst para kazanamadım. Kazandığım sadece kendi ailemi geçindirebilecek kadardı. Birikim yapamadım. Onun için sahneye çıkmak zorunda kaldım zaten.
* Nefes almadan film çekiyorsunuz. Yılda 14 film... Ve para kazanamıyorsunuz? Nedir bu? Öyleydi. Çalışıp kazandığımla ancak o ayki borçları ödeyebilirdik. Veya ödeyemez, borçlu kalırdık... Çünkü annem gösterişe çok meraklıydı.
* O yıllarda 7 bin liraya bir film çekermişsiniz. Anneniz ise size 7 bin liraya bir kostüm diktirirmiş. Annenizin psikolojisini bugün çözebiliyor musunuz? Küçücük bir çocuğu okul için Ankara'ya gönderiyor, sonra yine küçük yaşta sinemaya sokuyor, onun star olması için elinden geleni yapıyor? Çok genç yaşta dul kalmıştı. Belki de bende kendi idealini gerçekleştirmek istiyordu. Demek ki o bir sanatçı olmayı hayal etmiş. Ve 15 yaşında evlendirilip 16'sında çocuk sahibi olunca o içinde kalmış. Çocuklarına yönelmiş, 'Bu duygumu onlarla devam ettirebilirim' demiş ve benimle uğraşmaya başlamış.
* Müthiş güçlü bir figür anneniz. Neydi o yaşlarda hissettiğiniz? Annem baktığı anda küçülürdüm. Otoriter bir kadındı. Ama arkadaş gibi davranırdı. Öyle bir konuşurdu ki, beni etkilerdi ve ne derse yapardım. Saygıdan dolayı çekinirdim. 'Bu benim kararım, tabii ki sen doğrusunu bilirsin' derdi. Ben de başka türlü davranamazdım tabii...
* Ne olurdu anne tavsiyesi dışında şeyler yapsaydınız? Yaptım aslında. Selim ile evlenmem konusunda onu şaşırttım. 'Elbetteki hakkın' dedi. Flört edemediğime göre başka türlü nasıl evleneceğim, dans etmeye nasıl gideceğim?
* Yasak mıydı bütün bunlar? Söz konusu bile olmazdı. Benim çocukluğum çok güzeldi. Ama genç kızlık dönemi diye bir şeyi hiç hatırlamıyorum...
* Anneniz sizi bir de kendi okulundan mezun etmiş sanırım... Küçük çocukken bile sorumluluk verirdi bana. 'Sen kardeşlerine şöyle şöyle yapacaksın' derdi. 'Ben sana öğretiyorum sen de onlara öğreteceksin. Doğru örnek olacaksın' derdi. 'Genç kız şöyle oturur' derdi. 'Sinemada yüksek sesle gülünmez' derdi. Ellerim nasıl duracak, yemeğe nasıl başlayacağım, garsona nasıl sipariş vereceğim... Bütün bunları öğretirdi bana...
* Leydilik okulunda eğitim alır gibi... Çok doğru... Bale eğitimi görüyordum. Bale yapan insanın piyano da çalması gerekir. Ben piyano dersi de alıyordum ama evde piyano yoktu. Yemek masasının üstüne piyanonun tuşlarını kurardık. Tahta çubuklar yaptırmıştı annem. Onların üzerinde notaları çalışırdım. Ellerimi çalıştırırdım. Küçücük çocuktum, o zaman hazır giyim yoktu. Annem Kuzguncuk ve Üsküdar'daki terzileri beğenmezdi ve beni Beyoğlu'na götürürdü. Özel elbiseler diktirirdi...
* Çocukluğunuz kendinizi annenize beğendirme çabası içinde mi geçti? Bu bir gerçek. Annem çok üstündü; çok biliyor, çok okuyordu. Elinde hep kitap olurdu. Ev işlerini hiç önemsemezdi. Giyinir, süslenir; sinemaya, tiyatroya giderdik. Anneye kendini beğendirme konusunda sorduğunuz soruda haklısınız. Doğru. Eğer o beğenirse, kendimi ona beğendirirsem o zaman herkes beğenir diye düşünürdüm. Ne özenmek, ne özenmek, ne özenmek... Beni mükemmelleştirmek için müthiş özen gösterirdi.
* Evlenince özgürlüğünüze kavuştunuz mu? Evet... Evlenince annemin baskısı bitti. Selim'in de katkısı vardı tabii. Bir de o göreceğini görmüştü, yani artık 'tamam' demişti herhalde...
* Şimdi anneniz konuşamıyor. Ama eminim siz onunla konuşuyorsunuzdur. Neler söylüyorsunuz annenize? Beni bu kadar iyi yetiştirdiği için teşekkür ediyorum. 'Keşke bugünleri de görebilseydin' diyorum. 'Eğer doğru bir şeyler yapmışsam, eğer bu saygınlığı kazanabilmişsem bunlarda hep senin emeğin var' diyorum. Çok fazla serbest olsaydım belki de hatalar yapa yapa öğrenecektim. Annem, hatalar yapmadan öğrenmemi sağladı. O noktada da onu takdir ediyorum. Aramızda 16 yaş var düşünebiliyor musunuz? Aslında kardeş bile olabilirmişiz. Herhalde anneme hayrandım ki onun her dediğini bu kadar kolay kabul ediyordum.
* Hiç isyan etmediniz mi? Etmedim. Yanlış bir şey yapsaydım, bana hayatı bu kadar öğretmek için çabalayan bir insana ihanet etmiş olurdum. Onun için çekinirdim, onu üzmemeye çalışırdım. Selim ile birkaç kez onun haberi olmadan buluştuğumuz zamanlarda, 'geç kaldım' telaşı yaşardım.
* Günümüze gelelim. Böyle bir model var mı? Kimse böyle bir şey yaşayabilir mi? Böyle bir model yok! Kimse de benim gibi yaşamasın. Bu kadarına lüzum yok. Benimki o dönem için bile fazlaydı.
* Yoğun çalışmaktan sürmenaj olmuşsunuz... Tamam anne çocuğunun başarılı olmasını ister ama bu hallerini görünce de bir yerde 'dur' der... Her zaman yanımdaydı ve yorulduğum zamanlarda mutlaka istirahat edebileceğim zamanlar yaratırdı. Kollardı yani...
* Bebeğiniz oluyor ve yine çok çalışmaktan rahatsızlanıyorsunuz... Sanırım patlama noktası... Sürmenaj olmuştum, farkında değildim. Gülşah bebekti. Bir filme başlayacaktım. Gece yattım ama Allah biliyor ki içim istemiyor. Ama sözleşmemiz var, mecburen yapacağız. Sabah kalktım, yüzümü yıkarken birden dizlerimin üzerine çöktüm. Yürümeye çalıştım, yine düştüm. Başladım ağlamaya. Korktum. O gün sinir krizi gibi bir şey geçirdim. Gülüyordum, ağlıyordum... 40 gün sürdü o halim. Kendimi pencereden atmaya kalkıştım. Rüyada gibiydim. Anneannem başımda dua ediyor, annem çıldırmış vaziyette beni doktor doktor dolaştırıyor. Hafif kaçırmıştım yani. Sonra bir hocaya okuttular. Büyü yapıldığını söyledi. Sonra geçti rahatsızlığım ama aynı zamanda doktor da sürmenaj tedavisi yapıyordu zaten.
BÜYÜ YAPILMIŞ DENDİ * Büyü mü? Hoca öyle bir şey söyledi. Bir büyü yapılmış, ölümüne...
* Kim yapmıştır? Kimse ölümüne böyle bir şey yapamaz.
* Rekabetten dolayı olabilir mi? Rekabet değildir. Belki kraldan çok kralcılar olabilir. Belki de sürmenajdı canım.
* Bütün bunları yaşarken film çekiyorsunuz, setten eve evden sete... Öyle bir hayat... Onun için 'film gibi yaşadım' diyorum.
* Ama genç bir kadınsınız. Başka şeyler yaşamak ister insan. Siz istemediniz mi hiç? Beş sene hiçbir şey yaşamadım, denize bile girmedim. Film icabı gemiden attım kendimi, denize girdim diye sevindim. Böyle yoğun çalıştım. O ilk yıllarımda oynadığım rollere o kadar konstantre oluyordum ki "Hıçkırık" filminde sahiden verem olduğumu zannetmiştim.
* "Oh" dediğiniz bir an oldu mu? Evlendikten sonra... İstediklerimi yapamamanın bir birikimi olmuştu. 'Evlenirsem yapabilirim' diye düşünüyordum. Selim'i çok fazla tanımıyordum evlilik teklifi ettiğinde. Ama etkilendim. 'Evlenirsem ne güzel olur, seyahate gidebilirim' diye düşündüm. Demek ki böyle bir takıntım vardı.
* Yine aynı konuya döneceğim; parasız günlere... Bu kadar çok çalışıyorsunuz, star olmuşsunuz ama doğum yaptığınız hastaneden çıkamıyorsunuz paranız olmadığı için. Nasıl bir şey bu? Selim, evlenirken 'Hiçbir şey önemli değil. Yeter ki sen benimle evlenmeyi kabul et. Ben her türlü sorumluluğu üstleniyorum' demişti. O da futbol oynuyor, üç-beş kuruş kazanıyor. Belli bir ödeme planı yaptık. Bir yandan borçlarımızı ödemeye çalışıyoruz. Ama benim hamileliğim sürpriz oldu. Demek ki Selim maddi olarak hazır değildi bu duruma. O dönemlerde Selim'in de bazı yanlış alışkanlıkları vardı; kumar gibi. Demek ki kazandığımızdan daha fazlasını harcarmışız. Evliliğimizin ilk yıllarında böyle zor dönemlerden geçtik. Onun kumarı, benim borçlarım derken çok açıldık. Ama zaman içinde kendi yağ ımızla kavrulmayı öğrendik.
|
|
|
|
|
|
|
|
|