|
|
|
|
|
Irak'ın Özal'ı olmak istiyor
|
|
Hayatı boyunca Zagros dağlarında Irak'a meydan okuyan bir peşmergenin hayali, sonunda Irak'ın güvencesi olmaktı. Talabani düşünü gerçekleştirdi.
Irak'ın Özal'ı olmak isteyen adam
Kim derdi ki hayatı boyunca Zagros dağlarında Irak'a meydan okuyan bir peşmerge, gün gelecek Irak'ın bütünlüğünün güvencesi olacak... Talabani işte o düşü -ya da kabusu- gerçekleştirdi.
"Kürt'ün dağlardan başka dostu yoktur" der bir Kürt atasözü. Tersinden okursak, Kürtler'in hayatının düşmanlıklar, yapılıp bozulan ittifaklar, saf değiştirmeler, hançerlemeler ve hançerlenmeler özeti olduğunu söyleyebiliriz. Yani sağ gözün sol göze güvenmediği bir ortam, bir yaşam ve bir ruh hali onlarınki. Bu haftanın kahramanı Mam (amca) Celal Talabani de bu kuralın dışında kalmıyor. Tam tersine; merkezinde yer alıyor. 1947'de siyasete başladığında 14 yaşındaydı. O dönemde Kuzey Irak'ta tek Kürt siyasal oluşumu vardı: Molla Mustafa Barzani'nin bir yıl önce kurduğu KDP, Kürdistan Demokrat Partisi. Bıyıkları bile terlememiş delikanlı 1950'de partinin Erbil bölge sorumluluğuna getirildi, ertesi yıl da KDP ikinci kongresinde Merkez Komitesi'ne seçildi. 1953 kongresinde daha da yükselip Politbüro'ya girdi. O sıralar Molla Mustafa Barzani, Moskova'da sürgündeydi. İran'da Kızıl Ordu'nun desteğiyle 22 Ocak 1946'da ilan edilen Mahabad Kürt Cumhuriyeti 11 ay sonra 5 Aralık 1946'da Şah ordularınca tarihe gömülünce, Sovyetler Birliği'ne sığınmıştı. Talabani o efsane liderle bir gençlik festivali için Moskova'ya gittiği 1956'da tanışıp elini öptü. 14 Temmuz 1958. Türkiye, İran, Irak ve Afganistan'dan kurulu Sadabad Paktı, yıllık toplantısını İstanbul'da yapacaktı. Başbakan Adnan Menderes sabah saatlerinde Ankara'dan İstanbul'a geçti. Irak Kralı Faysal ve Başbakan'ı Nuri Said Paşa öğle saatlerinde geleceklerdi. İran Şahı Rıza Pehlevi de. Menderes, havaalanının şeref salonunda konuklarını bekliyordu. Yeşilköy'e önce bir Irak askeri nakliye uçağı indi. Kral Faysal'ın hizmetkarları ile valizler dolusu eşyalarını ve Boğaz gezisinde kullanacağı deniz motorunu getirmişti. Daha sonra tuhaf bir şey oldu, İngiliz kraliyet havayollarının Londra-Bağdat seferini yapan uçağı göründü. Mürettebat, "Irak'ta bir askeri hareketlilik var" dedi, "O nedenle Bağdat'a inemedik, buraya geldik." Menderes ve beraberindekiler olayları izlemek için telaş içinde ve sıkıntıyla havaalanına yakın Çınar Oteli'ne gittiler. Bir süre geçti, Pehlevi'nin uçağı da pistte göründü. Menderes'in katılmadığı karşılama töreni ayaküstü geçiştirildi. O da hemen Çınar Oteli'ne hareket etti. Radyolar öğle haberlerinde Irak'ta darbe olduğunu duyururken, Yeşilköy'ün telsizi de Ortadoğu havaalanlarıyla temas kurarak alabildiği bilgileri Menderes'e ulaştırıyordu. (Bir ayrıntı: Bağdat Radyosu'nda Marseillaise çalıyordu; Fransızlar'ın milli marşı!) Öğleden sonrasının ilk saatlerinde Menderes ve Şah, Ankara ve Tahran'a dönmek üzere uçaklarla yola çıktılar. Afgan Kralı Zahir Han ise haberi yolda almış, geri dönmüştü zaten. O sırada Bağdat'ta kıyamet kopuyordu. General Abdulkerim Kasım ve Yarbay Abdusselam Arif liderliğindeki askeri cunta, Faysal'ı devirmişti. Devirmekle kalmamış, Haşimiler'den olan, yani Peygamber sülalesinden gelen Kral'ı öldürmüştü de. Ürdün'ün -küçük- Kralı Hüseyin ile kardeş çocuğu olan Faysal, Suat Hayri Ürgüplü'nün kızı Fazıla ile nişanlıydı, çok yakında evleneceklerdi. (Ürgüplü'yü anlatmaya kalkarsak, Talabani'ye yer kalmaz. Kısaca Osmanlı'ya şeyhülislam yetiştirmiş bir aileden geldiğini, Türkiye Cumhuriyeti'nde bakanlık, başbakanlık ve Senato Başkanlığı gibi üst düzey görevleri hakkını vererek yapmış önemli bir devlet adamı olduğunu söylemekle yetinelim. Ve de Yüce Divan'da yargılanıp alnının akıyla çıkmış ilk siyasilerden olduğunu... Osmanlı'ya da hizmet etmiş olan Başbakan Nuri Sait Paşa ise kadın kıyafetiyle kaçmaya çalışırken yakalandı. Paramparça edildi, cesedi sokaklarda sürüklendi. Kral Faysal ve Nuri Sait'in feci sonlarını öğrenince Menderes'in yanaklarından birkaç damla yaş süzüldü. Çok ama gerçekten çok sarsılmıştı. İki yıl sonra aynı kaderi paylaşacağı mı içine doğmuştu acaba; cevabı olmayan soru... (Irak'taki ihtilal ABD'de de şok etkisi yarattı. New York Times gazetesi bir hafta boyunca ilk 10 sayfasını sadece o olaya ayırdı. Başkan Dwight Eisenhower ihtilali, "Kore Savaşı'ndan bu yana en ağır kriz" diye niteledi. Hemen ertesi gün 20 bin Amerikan deniz piyadesi Lübnan'a inmeye başladı. Bir gün sonra da 6.600 İngiliz paraşütçüsü Ürdün'e ulaştı. Ardından ihtilalin Ortadoğu'ya yayılmasını önlemek için ABD'nin doğrudan müdahalesini, hatta savaş ilan etmesini öngören 'Eisenhower doktrini' açıklandı. Tarihçiler, Lübnan ve Ürdün'e Amerikan ve İngiliz müdahale güçleri indirilmese, Irak ihtilalinin tüm Ortadoğu'yu kasıp kavuracak bir yangına dönüşmesinin kesin olduğu konusunda görüşbirliği içindeler. ABD ihtilalin yayılmasını önledi ama Irak'a bir şey yapamadı. Üç nedenden ötürü: İhtilalin geniş kitlelerin desteğini kazanması, Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleşmiş Mısır ve Suriye'nin bir çatışmada Irak'ın yanında savaşa gireceklerini açıklamaları, Çin ve Sovyetler Birliği'nin Bağdat'taki ihtilalcilerin yanında yer almaları.)
AFLA ÜLKESİNE DÖNDÜ Cumhuriyet ilan eden cunta, yurtdışına kaçmış tüm siyasal suçlulara af çıkardı ve "dön" çağrısı yaptı. Çağrıya uyanlar arasında Kürtler'in "Mele" dedikleri Molla Mustafa Barzani de vardı. Gurbette geçen 11 yıldan sonra 22 Ekim 1958'de Kerkük askeri havaalanına indi uçağı. Binlerce Kürt'ün sevgi gösterileriyle karşılandı. Fazla oyalanmadan evine, Süleymaniye'ye geçti. KDP'de ipleri eline aldı. Ve ilginç bir kehanette bulundu: "Talabani, gelecekte Irak'ın Dışişleri Bakanı olacak..." Hayali oraya kadar yetmişti. Nereden bilebilirdi ya da nasıl aklına getirebilirdi Talabani'nin 47 yıl sonra Irak Cumhurbaşkanlığı'na kadar yükseleceğini. Ve de bir Arap ülkesinde ilk Kürt başkan olacağını. Haçlı ordularını geldiklerine pişman eden Kudüs fatihi ve Kürtler'in en büyük kahramanı Selahattin Eyyubi'den sonra bitmişti o hayaller. KDP'nin 1964'te kongresinde Talabani cüretkarlık gösterdi, Molla Barzani'ye karşı çıktı. Şalvarlı siyasi liderlik zamanının geçtiğini, okumuş, takım elbise ve kravatlı, yabancı dil bilen, dünyaya açık, ilerici, hatta sosyalist ve de genç kişilere yerini bırakması vaktinin geldiğini söyledi. "Kim o" dedi Barzani. Kendini gösterdi. Mele'nin misillemesi ağır oldu; Talabani'yi ve onun arkasındaki kayınpederi İbrahim Ahmet'i partiden kovdu. Mam Celal sokak kavgalarıyla yanıt vermeye kalkıştı. Öyle bir balyoz indirdi ki Barzani, soluğu İran'da aldı. Barzani'nin 4 generalinden biri olduğu Mahabad Cumhuriyeti'ni yok eden İran'ın. Kısacası düşmanın. Ondan sonra da 40 yıl boyunca İran kartını "joker" olarak hep cebinde taşıyacaktı. (Oysa daha üç yıl önce, 1961 Eylül'ünde General Kasım'ın özerklik vaadinden cayması üstüne KDP'nin başkaldırdığı dönemde, Kerkük ve Süleymaniye cephesinin komutanlığı ona verilmişti. 1962 Mart'ında onun birliklerinin saldırısıyla Şarbazer bölgesi kurtarılmıştı. Cephedeki zaferden sonra Barzani'nin talimatıyla dış göreve atanmış, Kürtler'i Avrupa ve Ortadoğu'daki toplantılarda temsil etmişti. Hatta Kasım'ı deviren Yarbay Arif'le yapılan görüşmelerde de Kürt heyetine o başkanlık etmişti.) Bu onun ilk saf değiştirmesiydi. Ama son değil- Zaten o yüzden adının başına "Omurgasız", "Kaypak" gibi sıfatlar konulacaktı. Hatta, İran eski Cumhurbaşkanı Hüccetülislam Ali Ekber Haşimi Rafsancani, ona "Ortadoğu'nun iki dansözünden biri" diyecekti. Diğeri? Mesut Barzani. (Not: Hayli yumuşatarak aktardık. Cumhurbaşkanına saygımızdan...) (Celal Talabani 1933'te Dukan'ın Kelkan köyünde doğdu. Dağın güney yamacında kurulu, az katlı evleri, düz damlı taş binaları, saray yavrusu villlalarıyla sevimli bir kasaba Dukan. Hemen yakınında İran'dan gelen Büyük Zap ırmağının sularının tutulduğu hayli geniş alana yayılmış baraj gölü var. Baraj tüm Kuzey Irak'ın elektrik ihtiyacını karşılayacak kapasitede. Göl sayesinde hem yeşil hem de ılıman iklime sahip. Büyük Zap, Raniyah ve Kaladiza arasındaki Derbend Boğazı'nda göle dökülür. O boğazı geçer geçmez heybetli ve de hayli sarp bir set çıkar karşınıza: Kandil Dağı. Hani şu, yıllardır PKK'nın üssü olan kartal yuvası Talabani ilk ve orta öğrenimini Koyi'de, liseyi de Erbil ve Kerkük'te tamamladı. 1946'da, henüz 13 yaşında bir öğrenci derneği kurdu. 1948'de Bağdat'ta Irak Öğrenci Birliği'nin kongresine Koyi temsilcisi olarak katıldı ve merkez yönetiminin yedek üyeliğine seçildi. 1951'de "Rızgar" dergisinde yayınlanan makalesinin ardından Musul'a sürgün edildi. Cezası bitince onu Kerkük'te görüyoruz. KDP'nin basınla ilişkilerini yürütüyor. Ve yine tutuklanıyor. Kısa süre için. 1953'te Bağdat'ta Hukuk Fakültesi'ne girdi. Ancak gerek siyasal hareketlerdeki, gerekse öğrenci örgütlerindeki faaliyetleri nedeniyle hakkında soruşturma açılınca, yeraltına indi. Çıktığında 1958 ihtilali olmuştu. Üniversite öğrenimine döndü ve 1959'da "pekiyi" dereceyle mezun oldu. Ama hemen hiç avukatlık yapmadı. Savcı ya da yargıçlık ise aklının ucundan geçmedi. Sadece zaman zaman bir üniversitede hocalık yapmayı hayal etti, o kadar.) 1968'de Irak'ta bir başka darbeyle Baas iktidara geldi. Başkan Muhammed El-Bekir, Başkan Yardımcısı Saddam Hüseyin... Mart 1970'de Baas ile Barzani arasında Kuzey Irak'ın anayasal güvencede özerkliğini öngören anlaşma imzalandı. Ama Bağdat sözünü tutmadı. Haydi yeniden savaş... İran el altından destek veriyordu. Ne var ki 1975'te Şah Pehlevi, Irak'tan kopardığı Şattülarap ödünü karşılığı Barzani'yi kaderine terk edince, isyan Kürtler'in ağır yenilgisiyle sonuçlandı. Ve Talabani o bozgun günlerinde kendi siyasal oluşumunu kurdu: Kürdistan Yurtseverler Birliği. Zaten iyice yaşlanmış olan Mele Mustafa da yerini oğulları İdris ile Mesut'a bıraktı. Bir süre sonra hastalanıp ABD'ye götürülecek ve canlı olarak dönemeyecekti. 1979'de Mesut Barzani, KDP'nin tek hakimi oldu. Aşağı-yukarı aynı tarihlerde Saddam da Bekir'in yerini alacaktı. Yine aşağı-yukarı aynı dönemde İran Şahı ülkeyi terk edecek, İmam Humeyni sürgünden dönüp İran İslam Cumhuriyeti'ni ilan edecekti. Ve de tüm bu gelişmeler sonunda bir mecrada buluşacaktı: Hesaplaşma!
KÜRTLER'İN TRAJİK GÜNLERİ 1980'ler iki taraftan en az 5 milyon kişinin can verdiği İran-Irak savaşıyla geçti. Ve de Anfal denilen Kürt katliamıyla, Halepçe faciasıyla. Kendi egemenlik bölgesini hedef alan o kimyasal saldırının ardından Talabani yine soluğu İran'da alacaktı. Kürtler'i daha da trajik günler bekliyordu. 1991'de Körfez Savaşı'nın ardından, ABD'nin baskıyı hafifletmesini fırsat bilen Saddam ordularını kuzeye gönderdi. Milyonlarca Kürt can havliyle İran'a ama özellikle de Türkiye'ye sığındı. ABD'nin "yasak bölge" kararıyla Kuzey Irak'ın güvenliğe kavuşmasının ardından Kürt mülteciler döndüler ama bu kez de iki savaş ağasının, Barzani- Talabani hesaplaşmasının ortasına düştüler. Uzatmayalım; önce Barzani, Saddam'la bir olup Talabani'yi ezdi ve bir kez daha Tahran'a sığınmaya zorladı. Ardından Talabani, Saddam'a yanaşıp Barzani'den rövanşı ve topraklarını aldı. En sonunda ABD'nin baskıları ve de ikisinin arasına girmekten illallah diyen Türkiye'nin çabalarıyla (iki tarafın mevzileri arasına binlerce Mehmetçiği gönderdik) 1996'da düşman kardeşler ateşkes ilan etti, 1998'de de ABD'de barış anlaşması imzaladı. (En az 3 bin peşmergenin öldüğü çatışmaların nedenini hatırlıyor musunuz; Türkiye'den Irak'a mal taşıyan kamyonlardan alınan geçiş vergisinin paylaşımı...) Ne olur ne olmaz diyerek, ABD, savaştan kısa süre önce, 4 Ekim 2002'de anlaşmayı bir daha imzalattı ikisine de. Sonrasını anlatmak belleğinize hakaret olur. Baba Bush'un 1991'de yarım bıraktığı "iş"i oğlunun 12 yıl sonra tamamlaması, Saddam'ın devrilmesi, direniş- terör karışımı kanlı olaylar -ki sürüp gidiyor-, Türkiye'nin -biraz solmuş - kırmızı çizgileri, Kerkük gerilimi, seçimler, falan filan... (Tabii arada Talabani'nin Apo ile Bekaa Vadisi'nde ortak basın toplantıları, Barzani'nin zaman zaman gaza gelip Türkiye'ye meydan okumaları da var...) Ve boğazına düşkün, sabah kahvaltısında bir lokmada en az iki yumurtayı yuttuğu söylenen, gençlik yıllarındaki ideolojisi Maoculuğu çoktan anı defterlerine gömmüş Talabani, hücresine konulan televizyondan Saddam'ın da sakallarını yolarak izlediği parlamentodaki oylamayla, Federal Irak Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti.) Kaderin daha da ilginç cilvesi; Saddam kimbilir kaç kez barışıp kucaklaşmalarına rağmen af kapsamına almadığı, tam tersine kellesine 1 milyon dolarlık ödül koyduğu Talabani'nin insafında artık. Yargılamada idama mahkum edilirse, son sözü Cumhurbaşkanı olarak Talabani söyleyecek. Saddam da o son sözü beklerken, TV'den izlediği oylama sonrası Talabani'nin Cumhurbaşkanı olarak ona göndermelerini hatırladıkça yumruklarını ve başını hücresinin duvarlarına vuracak. Şöyle seslendi ona Talabani: "Beni tehdit ettiğiniz o son mektuba gönderdiğim cevapta, istifa etmeniz, iktidarı geçici bir yönetime devretmeniz ve hem kendinizi hem de halkınızı kurtarmak için Irak'ı seçime götürmeniz gerektiğini anlatmıştım. Beni dinlememiş olmanız ne kadar kötü... İşte herkesin kararlarının ve eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmeleri zamanı geldi..." 25 yıl süren Rus Ruleti'nin galibinin o kadarlık hakkı olsun...
|
|
|
|
|
|
|
|
|