Olimpiyat Stadyumu'nda sadece Süreyya'yı düşünüyordum
Biz Elvan'ı alkışlarken acaba Süreyya ne yapıyordu? Çok uzun zamandır evinden çıkmadı. Ayrıca duyduğuma göre ne televizyon seyrediyor ne de gazete okuyor
Taksi yok. Olan da zaten gittiğiniz yeri beğenmiyor. Taksimetrenin iki katını ödemeyi teklif ediyorsunuz. Şoför "Bana mısın" demiyor. Otobüsler her yere giremiyor. Özel arabalara ise hiç geçit yok. "Peki" diyorum "Nasıl gideceğiz?" Herkes bir ağızdan cevap veriyor: "Metroyla tabii." İlk kez Olimpiyatlar'a gidiyorum. Şanslıyım çünkü Olimpiyatlar'ın ana sponsorlarından Kodak'ın davetlisiyim. Aylar öncesinden hazırlandım. Tek amacım Süreyya Ayhan'ı koşarken desteklemek. "Niye o? Niye diğerleri değil?" diyeceksiniz. Demeyin. Süreyya Ayhan'ın yeri bende bir başka. Hiç tanışmamama rağmen müthiş pozitif bir enerji alıyorum. Seviyorum kısacası. Örneğin şu aralar çok üzülüyorum haline. Kaç gündür aynı evde. Kaç hafta mı demeliydim yoksa? Gelen dedikodulara göre ne televizyon seyrediyor ne de gazete okuyor. Dışarı da çıkmıyor. Ne yapar bu kızcağız bir başına? Nasıl başa çıkar doping suçlamalarıyla, yarıştan geri çekilmesinin getirdiği mutsuzlukla. Küsmüştür dünyaya. Kendimi onun yerine koyuyorum, ağlamaktan yorulmuş olurdum bu dönemde. İçimden gözyaşı bile çıkmazdı. Öyle dönemler oluyor ki insan hayatında bir yanlış yapmaya gör, biraz da isimsen hani, birbiri ardına yorumlar başlıyor. Doğru, yanlış, uydurma, gerçek... Herkes bir anda atletizm uzmanı kesiliyor. İşi öyle bir noktaya getiriyorlar ki "Evet yanlış yaptım" diyemiyorsunuz. Atina'daki Türklerin çoğu 1500 metre finaline bilet alırken Süreyya Ayhan'ı destekleyeceklerini düşünüyordu. Olmadı. Olimpiyat Stadyumu'ndaki yerime oturduğumda nedense bir anda yine Süreyya'yı düşündüm. Nasıl bir yük bu Tanrım? Sonuncu bile olsa o gün o koşuda "Süreyya" diye bağırmayı istiyorum ben de bazı Türkler gibi. Elvan'ı alkışladık bu sefer. Hem de avuçlarımız patlarcasına. Cüneyt Koryürek, Elvan'ın 5000 hezimetinden sonra müthiş bir cesaret gösterdiğini söylüyordu. Ne kadar da haklı. Küçücük bir kız vardı sahada, şimdiye kadarki en iyi ikinci derecesini yaptı koşuda. Rakiplerinin çoğu da en iyi yarışlarını çıkarmasına rağmen. Yine de içimiz burkuldu. Uzun süre arkasından Türk bayrağını salladık durduk. Nasıl açız başarıya, anlatamam.
*** Boks karşılaşmalarının olduğu yere metroyla gidemezmişiz. Niye? Önce metroya bineceksiniz, sonra otobüsle bir süre gideceksiniz. İndiğiniz yerde "tabanvay". Nasıl uzak sormayın. Yürü babam yürü bitmiyor. Bir taraftan sıcak bir taraftan heyecan. Kaç saat önce yola çıkmışız. Atagün altın alabilir ya onun peşindeyiz. Hepimizin elinde birer Türk bayrağı. Hem sallıyor hem yürüyoruz. Bir 10. yıl marşımız eksik. Salon görkemli. Işıklar kapalı, insan yanındakinin yüzünü bile seçemiyor. Tek aydınlık yer boks ringi. Öyle olunca insan daha da heyecanlanıyor. Atagün ringe çıkıyor. Salon inliyor. Ne kadar çok Türk var, ne kadar çok ay yıldızlı bayrak. Gözlerim doluyor. "Saçmalama" diyorum "Niye ağlayacaksın ki şimdi?", maç bitiyor. Atagün yeniliyor. Yine bağırıp çağırıyoruz, kolay mı gümüş kazandık. O sırada telefonum çalıyor, arayan kocam. "Yazık ya bu çocuğa" diyor. "Şimdi canlı yayında 'Çok özür dilerim Türk halkından' dedi." Cüneyt Koryürek'in sabah kahvaltıda söyledikleri geliyor aklıma "Olimpiyatlar'da sadece şampiyonlar hatırlanır. Onlar marşlarını dinletirler. Birinciler dışında önemli olan yoktur". Acımasız değil mi? Arkamdaki Türk aile Atagün altın almadı diye karalar bağlıyor. Öyle mutsuzlar ki "Ah" diyor ailenin reisi "Şurada bir İstiklal Marşı çaldıramadık ya" Başımı sallıyorum. Sonra bir anda bizim daha acımasız olduğumuzu fark ediyorum. Tanımadığınız, o güne kadar adını bile bilmediğiniz Atagün'ün ya da Eşref'in daha iyi olan madalyayı kaçırışlarına bozuluyoruz biz. Bu sporcular ne yaparlar, nasıl çalışırlar, hangi koşullarda yaşarlar? Önemi yok. Sadece madalya açlığı var. Yine Süreyya geliyor aklıma. Çıksa ya biraz dışarıya, şöyle bir dolaşsa derin nefes alsa. Sporcu kolay yetişmiyor sevgili okuyucular. Sahip çıkmamız lazım.
|