Hakem fan fin fon etti hiçbir şey anlayamadım
Bir şimşek çaktı gözlerimde. Göremez oldum. İşte o zaman gerçekten de korktum. Rakibim geldi beni güm diye yere vurdu. Hiçbir şey görmüyorum. Bir yolunu bulup sakız gibi mindere yapıştım. Gelsin de söksün beni bakalım
Kitaplarla dolu bir salondayız. Karşımda iki olimpiyat şampiyonu. Üstelik bir kez değil iki kez üst üste şampiyonluk getirmişler. İkisi de güreşçi. Boylu poslu yapılı adamlar. Bir 73, diğeri 75 yaşında. Hala dinç hala enerjik, hala güreş denilince kalpleri bir başka atıyor. Başlıyorlar anlatmaya. Karşılarındakinin yani benim güreş sporuyla yakından uzaktan ilgim yok. Güreşirken iki adam üst üste debeleniyor gibi geliyor bana. Ne zaman puan alınır, ne zaman verilir? Hangi hareketler yapılmamalıdır? Bir Yaşar Doğu var aklımda...
Meğer ikisinin de antrenörü olmuş zamanında. "Zor adamdı" diyorlar. "Müthiş güreşçiydi ama kuralları, prensipleri vardı." Zor adamdı zor. Güreşle ilgilenenlerin yakından bildiği iki isimle beraberim. Mustafa Dağıstanlı ve Mithat Bayrak. 1956 Melbourne, 1960 Roma Olimpiyatları'ndan altın madalyayla dönmüşler. İkisi de iki kez üst üste Olimpiyat Şampiyonu olmuş. Mustafa Dağıstanlı'nın bir başka özelliği de Olimpiyat tarihine yenilmez sporcu olarak girmesi. Hiçbir karşılaşmasında sırtı yere gelmemiş. Şampiyon olmak nasıl bir duygudur? Ya yenilmez olmak? Bu ünvanı aldıktan sonra, insan ölümüne korkmaz mı "yenilirsem?" diye Mithat Bayrak diyor ki "Dağıstanlı korkmaz. Benim birkaç kez endişelendiğim olmuştur ama o korkmaz."
***
Mustafa Dağıstanlı çocuk yaşta güreşe başlamış. 7 yaşında babasını kaybetmiş. Baba Dağıstanlı bir gün ava gitmiş, bir elif vurmuş (dağ keçisi). Yaralanan keçi kaçmaya başlamış. Avcı baba da kovalamaya. Tam keçiyi yakalayacakken bir boğuşma anında göle düşmüş. Elbiseleri ıslanan Baba Dağıstanlı eve döndükten tam 6 gün sonra zatürreden ölmüş. Anne tarafı geniş, güreşçi dayılar küçük Mustafa'ya güreşi sevdirmek istemişler. İlkokulda bir güreş olmuş ve Dağıstanlı ilk kez orada güreşmiş. Sonuç galibiyet, ödül bir paket şeker. "Şekerle kandırdılar" beni diyor anlatırken. "O gün başladı güreş sevdası sonra da devam etti." Ya Mithat Bayrak? O da küçük yaşta başlamış spora ama güreş değilmiş tutkusu. Onun hayali futbolcu olmakmış. 16 yaşına kadar da futbol oynamış. Bir gün Adapazarı'nda bir güreş kulübü kurulmuş. Kulübün kurucuları arasında efsanevi isim Yaşar Doğu. Bir gün Mithat Bayrak ve arkadaşları futbol oynarken "Gelip çıkın bakalım mindere bir görelim" demiş. Mindere çıkış o çıkış. Yaşar Doğu 16 yaşındaki Mithat'ı seyrettikten sonra dönüp yanındakilere "Bundan bir şeyler olur" demiş. Mithat Bayrak o günleri anlatırken gülümsüyor "Yaşar Doğu o zamanlar bütün Türkiye'nin Allahı'ydı. Bana 'Bundan bir şey olur' deyince tabii ki çok gururlandım. Futbolu bırakıp güreşe başladım" Mithat Bayrak'ın babası hiç istememiş oğlunun güreşmesini. Bir sakatlık çıkar diye korkarmış hep. Bir gün oğlunun eşofmanlarını yakmış. Mithat ise yılmamış. Annesinin halının altına gizlediği parasından çalıp, gitmiş yenilerini almış.
***
Mustafa Dağıstanlı ve Mithat Bayrak geçtiğimiz hafta çok uzun yıllardan sonra bir aradaydı. Mithat Bayrak taa Almanya'dan kalktı geldi. Visa bir organizasyon yaptı. Şimdiye kadar Türkiye adına 74 madalya kazanan 59 büyük şampiyona bir madalya daha verildi. "Amerika'daydım katılamadım, ne hikayeler vardı kimbilir orada?" diye hayıflandım Cüneyt Koryürek'e. "İki tanesi burada ama bir araya getirmek gerek" dedi Koryürek. Getirdik. Neler konuştuk neler. Ne hikayeler var, ne anılar... Dinlerken büyük keyif aldım, araya girip soru bile soramadım, inanın. Sadece Mustafa Dağıstanlı'ya "Nedir bu korku mevzu?" dedim. Gerçekten de yenilmekten hiç korkmadınız mı? Başına bir kez, sadece bir kez gelmiş. O da yenilme korkusu değil.
"Sırtımı sıvazlayıp mindere doğru ittiler. Bir uğultu var. Sesler ve gürültü bizimkilere benzemiyor. Yabancılık duydum, ürktüm. Bir şimşek çaktı, gözlerim görmez oldu. İşte o zaman korktum! Hakem fan fin fon etti, hiçbir şey anlamadım. Elimden tutup galiba ortaya getirdi. Etraf zifiri karanlık. Derken, zırtt diye düdüğü çaldı. Kütük gibi ortada duruyorum. Rakibim geldi, tutup beni güm diye yere vurdu. Hiçbir şey görmüyorum. Bir şey görsem, elini ayağını tutabilsem, gerisi kolay... Bir yolunu bulup yüzüstü mindere yapıştım. Sakız gibi, söksün bakalım rakibim. Bu arada içimden dualar ediyorum, güzel Allahıma yalvarıyorum, gözlerimi diye... Rakibim beni yerimden sökemedi. Hakem ayağa kaldırdı. Adam beni tekrar kaldırıp yere vurdu. Elimi rastgele boşluğa attım. Elime bir şey geldi. Ayak mı, kol mu, kafa mı bilemem. Tuttuğum gibi kendime çektim. Sonra gerisi geldi. Hareketler tıkır tıkır. Adamın beline sardım kollarımı, hiçbir şey görmüyorum, havaya kaldırdım, gümm diye yere çaldım... Salonda bir uğultu, bir uğultu... Minder kenarından hocamın sesi... Yavaş yavaş görmeye başladım. Benim korkum budur. Görememek. Gördüğüm hiçbir şeyden korkmam ben!'
Mustafa Dağıstanlı "Göremedim" diyor ama 1956 Melbourne Olimpiyat'ı Altın madalyasını kapmış o maçtan sonra. Müthiş iki adam, müthiş iki şampiyon. 100 euro aylıkları varmış eski şampiyon olarak. Komik değil mi? Hikayeleri, anlattıklarını keyifle okuyacağınızı düşünüyorum. Bir de onlardan dinleyelim bakalım güreşte niye eskisi kadar başarılı değiliz?
|