Üç Yalçın'dan biri dayak yedi ama kim!...
Gazeteci dayak yer!. Aslında en büyük ödül de budur. Daha kötüsü var mı derseniz. Kötüyü hatırlatmak istemem. Hain bir kurşun alır götürür o kalemle savaşan insanları. Daha eskilerde Ser muharrir (Başyazar..) gibi ustaların yıllarca hapislerde çürüdüğünü biliriz. Zaten hapse düşmeyen gazeteci sayılmazdı ya...
Efendim, Çetin Altan Usta'nın inanılmaz güzel bir lafı vardır, "Yazıları sevmeyenler yazılanları da sevmez.." Oysa yazar ile yazı arasında o kadar bağlantı yok. Benim kafamda yazar mağazada çalışan bir tezgahtar gibidir. Müşteri ne isterse verir! Çok felsefe yaptık, yaşamın gerçeklerine dönelim. Yazdığım yazılardan dolayı çok tehdit aldım. Çok dayak yedim. Çok tacize uğradım. Sokakta yürürken arabadan başını uzatan birinin, "Ulan şerefsiz" sözlerini de çok işittim. Ama bir şeyi daha çok yazdım; sevgiyi, hürmeti... "Yaz Kazım Usta, sen cesur kalemsin, bizim için yaz" sözlerini de çok duydum. Bir şeyi daha.. İnönü'de 20 bin seyircinin hiç durmadan tam 8 buçuk dakika "Bu taraftar seninle gurur duyuyor" diye bağırmalarını. Eğer kendimi kötü hissedersem, eğer kendimi yalnız hissedersem o maçın kasetini koyarım ve o sesleri dinlerim. Sonra da ağlar, mutlu olurum. Felsefe yapmaya nokta koyalım: Hani papatya günleri...
Semra Özal'ın bir prenses gibi karşılandığı o saray bahçelerinde verilen davetler var ya... İşte o günleri eleştiren bir gazeteci vardır ki Semra Özal'ı çıldırtır. Kim derseniz medyadaki üç Yalçın'dan biri derim. Yani soy isimleri söylemem. Söylersem bu yazının da esprisi kaçar. Meraklıysanız arşivlere inin, dövülen o gazetecinin fotoğraflarını bulun. Konuya geliyorum. Çiçek Bar var ya, hani bizim sevgili Azmi ve Adanalı Arif Keskiner'in yeri.. İşte orada çok ünlü bir gazeteci otururken dayak yer. Kim derseniz medya dünyasındaki üç ünlü Yalçın'dan biri! İşte o Yalçın, dostlarıyla birlikte otururken yan masada dört kişi önce tartışır, sonra da inanılmaz bir kavgaya tutuşurlar. Gazetecilik bu ya... "Yapmayın beyefendiler" diyerek ayağa kalkar ve dört insanı ayırmak ister. Sonuç tam bir felaket... Bir anda yerde yatan gazeteci yara bere içinde kalır. Dört vatandaş da kavgaya sokakta devam etmek için dışarı çıkar. Ama kavga olmaz. Dostluk içinde arabaya binip giderler. Olayın ertesi günü... Semra Özal köşkte gazetelere bakıp, kendisini çok eleştiren gazetecinin dayak yeme haberini okurken acı acı gülümser. Hatta "iyi de olmuş" der. Sonra da kendisini izleyenlere söylenir: Kim yapmış acaba!...
Semra Özal'ın arkasındaki dört kişi gülerek "Vallahi bilmiyoruz efendim, kavgayı ayırmak isterken dayak yemiş" derler. Sonra da gülümseyerek "Belki de artık sizi eleştirmezler" cevabını verirler.. Gördünüz değil mi! Gazeteci dediğin uyanık olmalı ve olayların içine girmemeli. Haaa. Bu durumu Savaş Ay yaşasaydı olayın içinden yazıyorum derdi. Ama bizim Savaş bu numaraları yutmaz. Sahi kim bu Yalçın diye bana sormayın. Geçmişte yaşanan bir faili meçhul dayak işini anlattım size. Bu kadar casusluk yeter. Zaten birkaç gün içinde medyadaki üç Yalçın'dan biri tarihi gerçeği öğrenir ve "O dayağı ben yemiştim" diye itiraf eder. Bekleyin görün!
|