Tarih 12 Ağustos 2008... Yer: Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinin Günyolu köyü, Kırık mezrası...
İki kuzen... İki çocuk... Barış ile Mehmet...
Allah hepsine uzun ömür versin, sizin çocuklarınız gibi çocuklar. Biri 11, diğeri 12 yaşında. Koyunların peşinden koşarken, yüksek gerilim hattından kopan tele basınca elektrik akımına kapıldılar. Feryatları duyan bir köylü yanlarına gittiğinde, vücutları yanıklar içindeydi. İkisinin de kolları ve bacakları kesildi. Anne feryat ediyordu:
"AĞAÇ GİBİ BUDANDILAR..." Elleri yoktu... Kolları yoktu... Ayakları yoktu... Gerçekten bir daha geri gelmemecesine, ağaç gibi 'budanmışlardı'!
Haberi manşet yaptık. Yazıişleri masasında çok tartıştık. "Ağaç gibi budandılar" başlığı sert bulundu. Sonunda yine çok çarpıcı bir başlıkla verdik haberi: Ellerinizden öpemeyecekler...
Ama fotoğrafları olduğu gibi basamadık. Hatta uzun uzun bakamadık. Elimiz ateşe değmiş gibi hemen bıraktık. Çocukların gözlerindeki acıya bakma cesaretini bile gösteremedik.
Sonunda fotoğraf 'makul' hale getirildi. Acı 'daraltıldı', 'küçültüldü'. Hepimiz için daha steril, daha 'katlanılır' kılındı. Bir anne acıyla feryat ederken, biz acının suretine bile tahammül edemedik.
YÜZLEŞEMEDİK.
Ateş sadece düştüğü yeri yaktı. Çünkü biliyoruz... Rahmetli Can Yücel'in dediği gibi "İnsanlar Avrupa'da tesadüfen ölürken, bu ülkede tesadüfen yaşar." Bu ülkede çocuklar açık bırakılan kuyulara düşer, yüksek gerilim hatlarından kopan tellerle yanar. Töreye kurban gider, işkencede kaybolur, polis kurşunlarına hedef olur.
Çok iyi biliyoruz. Bu ülkede insan kolayca bir sayıya indirgenebilir.
Çok iyi biliyoruz. Bu ülkede kutsal olan yaşam hakkı değil, devlettir.
Ve bildiklerimiz bizi korkutuyor. Korku krallığı, isyan duygumuzu kolsuz bacaksız, vicdanımızı kör bırakıyor.
İNSANLIĞIMIZ BUDANIYOR!
SESSİZLİPİN AĞIRLIĞI
Biz korktukça ölüm ve şiddet sıradanlaşıyor.
İstanbul Avcılar'da bir bara giren polis kılığındaki zorbalar onlarca kişinin gözü önünde genç bir kadını saçlarından sürükleyerek götürdü, sonra da tecavüz etti.
Kimse "Ne oluyor?" deme cesaretini gösteremedi. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, açıklama yaptı: Kimlik sorun.
Oysa sorun kimlik değil.
Asıl sorun, restoranda oturan onlarca insanın, polis yeleği giymiş zorbaların polis olduğundan hiç kuşku duymaması. Çünkü hepimiz biliyoruz ki polis şiddet uygular.
Ve asıl sorun, bu acı gerçeğe sessizce boyun eğişimiz.
12 Eylül'de olanlara sesimiz çıkmadı. Diyarbakır, Mamak ve tüm cezaevlerinin toplama kampına çevrilişini görmezlikten geldik.
"Hayata Dönüş Operasyonları"nda olanlar karşısında da suskunduk.
12 yaşındaki Uğur Kaymaz, Mardin Kızıltepe'de terörist diye babasıyla birlikte öldürüldüğünde de sessizdik.
İzmir'de dur ihtarına uymadığı için öldürülen Baran Tursun için de, Antalya'da motosikletli 18 yaşındaki Feyzullah Arslan vurulduğunda da sesimiz çıkmadı.
Engin Çeper Metris Cezaevi'nde ve karakolda yediği dayak sonrası öldürüldüğünde de. Ve daha niceleri.
Bunların her biri sessizliğimizi koyu bir karanlığa çevirdi.
Çocuklarımız ölürken hep sessiz kaldık.
Fotoğrafa bakmaktan hep korktuk.
Ve durum artık kara mizaha dönmeye başladı.
İstanbul Emniyet'i, onlarca insanın dövüldüğü ve bir hastanenin acil servisinin gaz bombasına maruz kaldığı 1 Mayıs olaylarıyla ilgili soruşturma raporunu açıkladı. Dünya İnsan Hakları Günü yapılan açıklama kara mizah örneği: "Müdahalede orantılı güç kullanıldı, suçlu yok."
Milyonlarca insanın en azından televizyonlarının başında tanık olduğu şiddeti, 'orantılı güç' olarak sundular. Gözlerimizin içine baka baka.
GÖZYÜZÜNE BAK
Şimdi biz Yunanistan'da olanlara şaşırıyoruz. Yunanlılar tek bir çocuklarının ölümü karşılığında ortalığı birbirine kattı.
16 yaşındaki tek bir çocuğun ölümü Yunanistan'da hükümeti sallıyor. Ne yazık ki bizim çocuklarımız onların çocukları kadar kıymetli değil. Orada olanlar bizde olsaydı çoktan 'dış mihraklar', 'kara kalabalıklar' tekerlemesi başlardı. Biz yine de bu tekerlemeye meraklı olanlara Bianet'e Atina'dan yazan Foti Benlisoy'dan bir alıntıyla yanıt verelim: "Yunanistan'ı saran öfke selini akılsız, apolitik ve şiddet düşkünü 'bir kısım' gençlerin cüretine yormak aslında benzer durumda 'düzen partisi' taraftarlarının her daim başvurduğu kadim bir strateji. Türk basınında da 'kara kalabalıklar' temalı benzer yorumlara da sıklıkla rastlanıyor olması da şaşırtıcı değil... Bir de aklıma Atina'nın merkezi bir caddesinde bir mağaza vitrinine 'zararlı fikirlerin etkisindeki' gençlerin yazdığı slogan geldi: 'Vitrinlere değil gökyüzüne bak!'"
Gökyüzüne bakma zamanımız gelmedi mi?
Yayın tarihi: 14 Aralık 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/14/pz/sever.html
Tüm hakları saklıdır.