Türkiye'de seçmenin sadece yüzde 15-20'sinin siyasi tercihi yolsuzluk iddialarından etkileniyormu.. Alışılagelmiş ifadeyle söylersek nüfusunun yüzde 99'unun Müslüman olduğu bir ülkede, seçmenin yüzde 80'i dürüstlükle ilgilenmiyor....
Geçen gün bir yazı okudum.
Özetle şöyleydi: "ABD'de bir veli,
And'da geçen 'Tanrı' kelimesinin çıkarılması için açtığı davayı kazanırken;
Türkiye'de 'Türküm, doğruyum, çalışkanım' diye başlayıp, 'Ne mutlu Türküm diyene' diye biten
And'ın kaldırılmasını ya da değiştirilmesini isteyen 42 öğretmen hakkında altı aydan iki yıla kadar hapis istemiyle dava açılmış." Yazı, "İşte Amerika ile
Türkiye farkı..." diye bitiyordu.
Aslında her sabah bebeleri okulun bahçesinde sıraya dizip
And okumanın totaliter bir yanı var. Buna itiraz eden öğretmenlere dava açılması ise demokrasi açısından sorunlu bir durum.
Ancak burada daha vahim bir durum var. O da şu: Cumhuriyet'in çocuklarının eline verdiği balonun gazı çoktan kaçmış. Balon sönmüş, pörsümüş...
Ama büyüklerimiz balonun gazının kaçtığının farkında değil.
Çocukları her sabah "Türküm, doğruyum, çalışkanım," diye bağırtmaya devam ediyoruz. Ne oluyor? Ben size söyleyeyim. Hiçbir şey...
İşe yaramayan ilaç gibi... Her sabah alıyorsun ama bünyeye nüfuz etmeden dışarı atılıyor.
Çünkü söylenenlerin hepsi yalan! Bu ülkede yaşayan herkes
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ama Türk değil.
Yıllarca yalan söylediler...
"Bu ülkede herkes Türk, Kürtlere karda yürürken kart-kurt sesleri çıkardıkları için Kürt denir," dediler.
HAYATIMIZDAKİ YALANLAR
Yıllar sonra gerçeği öğrendik ki, bu ülkede Türklerin dışında
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürtler de var. Ne zaman mızrak çuvala sığmaz oldu, resmi ideolojinin temsilcileri de yalanlarını itiraf etmek zorunda kaldılar. Zor oldu ama sonunda "Kürt sorunu" diyebildiler.
Çalışkan olduğumuz da söylenemez. Bunun için küçücük Norveç'in gayri safi milli hasılasıyla 70 milyonluk ülkemizin gayri safi milli hasılasını karşılaştırmak yeterli.
Doğru olduğumuz da çok tartışmalı...
Yakın zamanda Neşe Düzel'in bir araştırma şirketi yöneticisiyle yaptığı söyleşiden öğreniyoruz: Türk seçmenin yüzde 80'inin siyasi tercihi yolsuzluklardan etkilenmiyormuş.
Yani yolsuzluklar onlar için önemli değil. Hatta, "Yapana helal olsun. İş bilenin kılıç kuşananın!" Hayatımızda bu kadar çok yalan olduğunu bildiğimiz için de korkuyoruz.
İstiklal Marşı'nın "Korkma," diye başlaması boşuna değil. O kadar korkuyoruz ki, bazen komik duruma düşüyoruz. Geçenlerde
Anatolia isimli belgeselin
Kayseri'deki çekimleri sırasında Tarihi
Kayseri Kalesi'nin surlarına asılan Bizans bayrağı galeyana neden oldu. Öfkeli vatandaşlar Bizans bayrağını indirmeye çalıştı.
Belgeseli çekenler polis sayesinde yara bere almadan paçayı kurtardı.
Bizans bayrağı diyorum, Bizans bayrağı! Yaklaşık 600 yüzyıl önce mevta olmuş. Kemikleri bile kalmadı! Ondan bile korkuyoruz.
Şaka gibi değil mi? Ama şaka değil! "Ergenekon ruhu", tuz ruhu gibi! Her an her yerden çıkabiliyor.
Tabii ki, bu kadar yalan üstüne kurulu bir toplumda bir ahlak yaratmak, vicdan yaratmak çok zor.
Kısa süre önce güzel bir tartışma başlamıştı. Hatırlamakta fayda var... Sosyolog Şerif Mardin şöyle demişti: "Bizim Cumhuriyet öğretimizde, 'iyi, doğru ve güzeli' derinliğine araştıralım diye bir şey yok. Orada binlerce sayfa tartışma bulamazsınız." Yani? Şerif Mardin, Cumhuriyet'in seküler veya laik bir ahlak seçeneği yaratamadığını, toplumsal vicdanı yaratacak değerler kümesini oluşturamadığını söylüyordu.
Peki geriye ne kalıyor? "Mahalle" Hoca mahallenin önemini şöyle ifade etmişti: "...Mahallenin kendisine baktığımız zaman, orada gerçekten, 'iyi, doğru, güzel' hakkında bir düşünce var. Nedir o düşünce? İslami düşünce tarzı."
ONLAR NAİF VE ÜRETKEN
Ruhu şad olsun, rahmetli gazeteci arkadaşım Reha Mağden kalender bir insandı. O da Şerif Mardin Hoca'nın söylediklerine benzer şeyleri 2004 yılında yazmıştı.
"Taşrada çok büyük bir potansiyel var: Barbarların potansiyeli... Onlar naif ve üretkenler. Bozulmamışlar...
Güçleri aynı zamanda bir 'ahlak' olarak da metropollerin bağrına saplanacak.
Bakın bir taşra hikâyesi anlatayım: Allah uzun ömür versin halam Melek Hanım, ikide bir kasaba, manava sipariş verir, malzeme istermiş. Sonra da bunları pişirip, pişirttirip, yoksullara dağıtırmış. Bunu yeni öğrendiğim için 'miş, mış' kullanıyorum. Halam zengin bir kadın değil. Ona neden bunu yaptığını sordum. Birkaç yıl önce kızı ölmüştü, en sevdiği miydi, ayrıca çocuklar nasıl ayrılır bilmem ama, Ülkü çok başkaydı, kuzeni olan benim gözümde de.
Halam dedi ki, 'Benim yaptığım yemekler hep Ülkü'nün sevdiği yemekler, onları dağıtıyorum, ona gider mi bilmiyorum ama...' Böyle bir hikâyeyi kapitalizmin yırttığı yerlerde dinleyemezsiniz.
İşte taşranın gücü bu ve o güç kendi bulunduğu yerden bütün ülkeyi ve giderek dünyayı etkileyecek; başka ülkelerin taşralarıyla birlikte...''
KAPİTALİZM GİTTİĞİ YERİ KANIRTIYOR
Reha belki bir yere kadar haklıydı. Kapitalizmin kıyıcılığının henüz yeteri kadar nüfuz edemediği taşrada, insani hasletler daha belirgindir, Yakınındakine göz ucuyla değil gönülden bakmak mümkündür.
Ve bu yaklaşım büyük oranda dini referanslar üstünden olur.
Ancak, buradan topluma hatta dünyaya bir ahlak manifestosunun çıkacağını ummak, kanımca Reha'nın güzelliğiydi.
Çünkü kapitalizm nereye giderse gitsin orayı yırtıyor, kanırtıyor.
Nihayetinde oralara da gitti.
Dini referanslar, deveyi hamuduyla götürmeye engel olamıyor.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi bu ülkede seçmenin sadece yüzde 15-20'sinin siyasi tercihi yolsuzluk iddialarından etkileniyormuş.
Alışılagelmiş ifadeyle söylersek nüfusunun yüzde 99'unun Müslüman olduğu bir ülkede, seçmenin yüzde 80'i dürüstlükle ilgilenmiyor. Artık herkes önce ekmek peşinde koşuyor; ahlak, vicdan, adalet onun peşinden gelirse ne âlâ. Ve dindar olmak, ahlaklı olmaya vicdanlı olmaya yetmiyor.
Kapitalizm dönüştürüyor evet ama ahlakı da dönüştürüyor.
İnsanların vicdanlarında büyük yırtıklar açarak. Sistemin yarışmacı mantığı birbirine dirsek atan, bunun sonucu olarak da birbirinden korkan insanlar ortaya çıkarıyor. İnsanların birbirinden kopmasına, atomlaşmasına neden oluyor. Yakınındakine gönül gözüyle bakmak, yerini göz ucuyla bakmaya bırakıyor.
Belki de çözümü başka yerlerde bulmak zorundayız. Veya birden çok yere bakmak gerekiyor.
Sonuçta hepimizin iyiliğin sıcaklığına ihtiyacı var.
Bugünkü Tüm Yazıları
Din, ahlaklı olmak için yeterli mi?
Yayın tarihi: 28 Eylül 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/28/pz/haber,FCDE166DBD09409891BC2546D1B4B3BC.html
Tüm hakları saklıdır.