Yaşı kemale ermiş olanlar hatırlar. Eskiden gömlekler kolalanırdı.
Böylece yakanın ve kol düğmesi takılan kolların sert ve dik durması sağlanırdı.
Yakalar ve kollar, içtimada 'Hazır ol!' komutu yemiş asker gibi dururdu. "
Kâtibime kolalı da gömlek ne güzel yakışır" diye İstanbul şarkısı bile var. Kol düğme kullanma alışkanlığı azalınca kolalı gömlek de tarih oldu.
Bizim Ankara gazeteciliği de, bana bu kolalı gömlekleri hatırlatır.
Kasılmış bir ruh hali.
Genel olarak takım elbise ve kravatla dolaşırlar. Bazılarının makam araçları vardır.
Meclis koridoru senin, bakanlık ve Genelkurmay koridoru benim dolaşıp dururlar. Müsteşarla, bakanla, başbakanla, generallerle görüşürler. Yani sürekli
'muktedir'le
'önemli insanlarla' yan yana süren bir hayat! Bu nedenle olsa gerek "Sayın bakanım", "Sayın vekilim", Sayın paşam" 'diplomatik' bir lisan haline gelmiştir. Oysa 'muktedir'le bu kadar yakın olmak tehlikelidir.
Çünkü hepimiz insanız! İnsan o güçten etkilenip, hatta o gücün bir kısmını kendinde
vehmedebilir.
Yani esas olarak Ankara gazeteciliği sıkıcı, renksiz ve mat bir atmosferde yaşanır. Ama buradaki asıl önemli nokta,
ruhları ve vicdanları matlaştıran 'devlet gazeteciliği'nin kaynağı olmasıdır.
DEVLET DERSİ! Bu durumdan hoşnut olmayan çok sayıda gazeteci olduğunu biliyorum. Onlar zaten kolası az geldiği için yakaları kırışık ve buruşuk dolaşan
'devlet dersinden' kaçmış çocuklar. Ama bir de bu durumdan hoşnut ezberini anlatmak için sürekli parmağı havada dolaşanlar vardır. 'Emir subayı ruhlular'. Onlar güçten pay alacakları günü sabırla beklerler. Gazetelerin genel yayın yönetmenlerine şöyle bir bakın. Büyük çoğunluğunun yolu Ankara temsilciliğinden geçmiştir. Yani 'devlet dersinden' tam not almışlardır.
Bu devlet dersinde 'kırmızı çizgiler' öğretilir.
Ders kitabının en kazık konusu ise 'Kurumları yıpratmayalım' 'Asker eleştirilmez' başlığını taşır.
Ankara haberleri çoğu zaman sokaktaki adamın herhangi bir uzvunu ilgilendirmez, hayatlarına temas etmez. Buna rağmen gazetelerde sayfalarca yer alır. Maksat, 'devlet dersini' topluma bellettirmektir. Böylelikle siyasi aktörlerden beslenen Ankara gazeteciliği, daha çok toplumsal aktörlerden beslenen İstanbul gazeteciliğini yıllarca kuşattı. Bazı gazeteler buradan hareketle bizatihi siyasi aktör olmaya soyundu. Sonuç olarak medya, devlet-toplum ikileminde hep devletten yana oldu.
TİTREYİN, KENDİNİZE GELİN Ancak son zamanlarda bu dersin ciddiyeti biraz sarsılmaya başladı. Tabii ki Ankara gazeteciliğinin İstanbul üstündeki etkisi de. Şöyle ki: - Dağlıca baskınıyla ilgili yayınlar bu konuda bir milat oluşturdu. Baskınla ilgili istihbarat bilgilerinin askerin elinde olduğu ancak yeterli tedbirin alınmadığı haberi merkez medyada da yer buldu.
- Alçak sesli eleştiri 17 askerin şehit olduğu Aktütün saldırısından sonra ortaya çıkan golfçu paşa haberleriyle devam etti.
-
Taraf gazetesinin Aktütün saldırısıyla ilgili iddiaları ise son dalga oldu.
Eskiden olsa vahim olmasına rağmen bu iddialar, merkezdeki hiçbir medyada yer almazdı.
Bu sefer öyle olmadı.
Taraf'ın haberi, ki üç gazete hariç birçok gazetede irili ufaklı yer buldu. Akabinde ne olduğunu hepimiz biliyoruz.
İçtima düdüğü çaldı!
Org. İlker Başbuğ'un sert açıklaması, bir tür 'titreyin kendinize gelin' uyarısı.
Bakalım kim ne kadar titreyecek? Aktütün haberine hiç görmeyen 'amiral' gazete, Org.Başbuğ'un açıklamasını manşetten vererek 'genetik kültürüne' uygun davrandı. Ama utangaç üslup eleştiriler devam ediyor. Bir şeyler değişiyor. Görünen o ki cin şişeden çıktı ve dönmeye niyetli değil!
'EMİR SUBAYI' GAZETECİLER Tabii ki tüm bu gelişmeler olurken asıl dikkat edilmesi gerekenler 'emir subayı' gazeteciler. İtaatkâr ruhlar galerisinin gönüllü kulları. Ruhları ve vicdanları matlaşmış olanlar. Ortada 17 gencecik insan hayatı var. Ailelerinin yüreği yanıyor.
Ortada ciddi bir iddia var: "Genelkurmay baskından önce saldırıyı biliyordu, gerekli tedbirler alınmadı," deniyor. Belge var. Görüntü var. Bu durumda bir gazeteci hangi soruyu sorar? Eğer vicdanınız matlaşmamışsa ,"Bu iddialar doğru mu?" diye kuşku duyar ve araştırırsınız.
Ama ideoloji vicdanınızı zehirlemişse bazılarının yaptığı gibi soruyu şöyle sorarsınız: "Bu belgelerin Genelkurmay Karargahı'ndan sızmış olması vahim. Doğru olmaması ise daha da vahim..." Peki ya doğruysa? Bu çok çok vahim değil mi? Artık karar verin: Önceliğiniz insan mı olacak, devlet mi?
Yayın tarihi: 19 Ekim 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/19/pz/haber,0995DEB00C0248CAB07D4893320F5E8E.html
Tüm hakları saklıdır.