Aklı avare" sözünü çok severim. Dikkat edin! 'Deli', aptal', 'kuş beyinli' demiyor. 'Akılsız' demiyor. Hiçbir aşağılayıcı, 'hapsedici' ifade yok... Avare. Gidip dolaşıyor. Aklın dolaşmaya çıktığını düşünsenize. İncelik, güzellik, hepsinden önemlisi insanlık içeren bir söz.
Bugün benim de aklım avare! Ne yazacağımı düşünüyorum. Karar veremiyorum. Ülke deveye dönmüş! Her tarafı hamut. Neresinden tutayım? (Bu devenin ne günahı varsa, hep böyle zamanlarda gündeme gelir. Bu benzetmeyi zamanında her kim yaptıysa, devenin çok ahını alıyordur!) Böyle dolanırken avare aklıma, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül düştü.
Onu düşünmedim diye gönül koyacağından değil! 10 Kasım'da Brüksel'de yaptığı açıklamalar nedeniyle zuhur etti.
SAMİMİ İTİRAFA' GİRER...Hatırlayacaksınız Bakan Gönül şunları söyledi: "İzmir Ticaret Odası'nda bir dönem görev almıştım. Bu odanın kurucuları arasında bir tek Müslüman yoktu ve tamamı Levantenlerden müteşekkildi.
Cumhuriyet'in kuruluş öncesi de Ankara'da Ermenilere, Rumlara, Musevilere ve Müslümanlara ait dört mahalle bulunurdu. Ege'de verimli topraklar azınlıkların elindeydi. Ulus oluşturma sürecinde en önemli adım mübadele olmuştur. Düşünün Ege'de Rumlar veya
Türkiye'nin pek çok yerinde Ermeniler yaşamaya devam etseydi, bugün acaba böyle milli bir devlet olabilir miydik? Bugün dahi Güneydoğu'da verilen mücadelede tehcir sebebiyle kendini mağdur sayanların katkısını hep biliyoruz. Çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanların ülkesi olabilmemizde Cumhuriyet'in başlangıçtaki prensipleri en önemli prensiplerdir." Yani, Bakan Gönül,
Türkiye'de azınlıklara karşı tehcir ve mübadele politikaları uygulandığını söyledi. Bu politikalar sayesinde milli devletin oluştuğunu, uluslaşmanın sağlandığını belirtti.
Kimileri Vecdi Gönül'e kızıyor olabilir ama bence 'çok güzel hareketler bunlar.' Sayın Bakan hiç yalana dolana, saklama çabasına gerek duymadı.
Babalar gibi tarihi bir gerçeği ifşa etti. Devleti bir yalanı taşıma yükünden kurtardı.
Resmi ağızdan 'samimi itirafta' bulundu. Belki de gelecekteki yüzleşmenin ilk adımını attı.
Bence bu açıklamalardan sonra devletin Vecdi Gönül'e bir gönül borcu var.
Şaka yapmıyorum.
Gerçekten böyle düşünüyorum.
Nedenini izah edeyim: Bu güzel ülkemizde, Milli Savunma Bakanlığı koltuğu jan janlı bir koltuk değildir.
Ağır bir koltuktur. Bu ağırlık Genelkurmay'a ve devletin 'kırmızı çizgilerine' yakınlıktan gelir. Bu koltuğa atanacak kişiyi Genelkurmay'ın onayından geçirmek, seçilmiş hükümetlerin genel teamülüdür.
Harbi ağır bir koltuktur! O kadar ağırdır ki, koltuğa oturanların hareketleri yavaşlar! Pek ortalıkta gözükmezler. 'Ağır ol da molla sansınlar' yaklaşımı geçerlidir, fazla konuşmazlar. Bazen insan böyle birisi var mı, yok mu diye tereddüde düşer. Tüm bunların üstüne benim hiç sevmediğim bir ifade olarak 'devlet adamı sorumluluğunu' koy. Yani küfende devlet var. Bu kadar ağır bir yükü taşırken çıkıp devlet adına bunları söylemek önemli.
SÖZDE DEĞİL ÖZDE Ancak 'samimi itiraf' her zaman pişmanlık anlamına gelmiyor. Veya başka bir ifade ile söylersek, kimse ismi veya soyadı ile müsemma değil. Nitekim Gönül de, bir gönül insanı gibi davranmıyor.
Durumdan pişman değil. Olayın öyle olması gerektiğine inanıyor. Bu yaklaşımı bugüne taşıyarak savunuyor.
Cumhuriyet'in, başlangıçtaki bu prensiplerinin bugün de geçerli olduğunu söylüyor. Yani aynı zihniyet, tehcir, mübadele, dışlama çabaları bugün de devam ediyor.
Zurnanın zırt dediği yer de burası. Bu nedenle de, bu coğrafyada yaşayan insanların Vecdi Gönül'e gönül borcu yok. Hatta,
Türkiye'nin bu anlayışla hesaplaşabilmesi, demokratikleşmesi, gönül kapısı açık insan sayısının vicdanı kırmızı çizgilerle çizilmiş insan sayısından fazla olmasına bağlı. Yani bazılarının çok sevdiği gibi söyleyelim: Sözde değil, özde gönül insanlarına ihtiyacımız var.
Yayın tarihi: 16 Kasım 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/16/pz/haber,16865B136AA04CA9AB6AEE8CC2373D35.html
Tüm hakları saklıdır.