kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
16 Kasım 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Pazar SABAH  
GÜLSE BİRSEL

Yemeğe misafir var

Ben çocukken, haftada birkaç gece mutlaka yemeğe misafirimiz olurdu.
Kimisi önceden haberli gelirdi misafirlerin. Günlerce hazırlık yapılır, dönemin 'moda' ve havalı ikramları, 'karides güveç', 'kağıtta pastırma', 'Rus salatası' (ki sonra Amerikan tebaasına geçti!) özenle hazırlanırdı.
Yaş itibariyle 'mantı kapatmak' ve 'karides ayıklamak' dışında aktif görev almazdım hazırlıklarda.
Daha çok annem ve ablam için emek-yoğun akşamlardı onlar. Habersiz gelen veya baskın yapacağını birkaç saat önce bildiren yemekli misafir ise hep kusursuz ikram peşinde olan annem için bazen sonu migren krizine kadar varan bir gerginlik kaynağı haline gelirdi.
Zira 70'lerde geceyarısı envai çeşit yemek getirtebileceğin internet siteleri, pizzacılar, suşiciler, 24 saat açık marketler filan yoktu malumunuz. Eve servis kavramı dahilinde sadece 'bakkalın çırağı' ve 'hamal' gibi önemli figürler vardı hayatımızda. Pazara gidip sebze, meyve aldıysan hamal tutarsın, kendisinin ve sırtına vurduğu sepetin, bir miktar da acıma ve suçluluk duygusunun eşliğinde eve yürürsün.
Bakkaldan çok alışveriş yaptıysan, çırak yüklenir, eline üç-beş kuruş verirsin. O da akşam olup bakkal kapanana, pazar kaldırılana kadar...

YEMEKTEYİZ PROGRAMI TAM BİR ŞOK
Sözgelimi, akşamüstü 18.00'de telefon edip yemeğe geleceğini söyleyen misafirin karşılaşacağı mönü, tamamen kadere bağlıydı o günlerde... Misafir bulduğunu yerdi, sipariş edileni değil.
Böyle kriz geceleri için annem acil çözümler üretmişti: Evde her zaman domates, un, yağ ve salça bulunduğundan, aslında basit, ama 70'li yıllarda kulağa oldukça 'alafortanfoni' gelen domates çorbası, giriş yemeği kategorisinde, beş dakikada ablam tarafından servise hazır hale getirilirdi. Çoğu zaman dolapta havuç olduğundan, havuç salatası, mönünün vazgeçilmez ögelerinden biri olurdu.
Ana yemek kategorisinde, annemin dahiyane bir buluşu olarak, evdeki her tür tencere yemeği, üzerine kaşar peyniri rendelenerek fırına verilirdi. Fırından çıkan 'şey', kaşarın altında et sote olsun, bahçıvan kebabı, hatta kurufasulye olsun, misafir için özel hazırlanmış süsü verildiğinden, memnuniyetle karşılanırdı. Tatlı konusu, annemin babama yazıhaneden çıkmadan ulaşıp ulaşmadığına bağlıydı. Malumunuz cep telefonu da yoktu o günlerde ve bu kritik zamanlama başarıya ulaştıysa, babam dışarıdan baklavayla gelirdi. Ulaşmadıysa, ablam için zor, stresli ve "Off, niye her gün misafir var?"lı bir akşamın başlangıcı, benim içinse ev yapımı krem karamel anlamına geliyordu. Her şekilde, sofra düzeninden, yemeklerin hazırlanmasına kadar, kendini paralarcasına iyi ikram yapmak, misafirin azami memnuniyeti, özellikle güleryüz esastı. Gelen misafirler de aynı pozitif tutum içinde, bol "Elinize sağlık,"lı, "Ay parmaklarımı yedim,"li nezaketleri ihmal etmezlerdi. Normal, kibar, konuksever, yoktan ikram var eden çılgın Türkler'dik yani! Arada ne oldu bilmiyorum ama geçtiğimiz haftalarda, Yemekteyiz programını seyrettiğimde iyi tanıdığımı düşündüğüm Türk toplumuyla ilgili bir şok yaşadım. Programın tanıtımlarını gördüğümde demiştim ki, "Hah, tamam. Misafirperver insanlar, birbirinin evine gidecek, şık masalar kurulacak, tatlar konuşulacak, tarifler alınacak, iltifatlar edilecek, sonra da herkes birbirine nezaketen yüksek puanlar verip, o hafta yapılmış en harikulade, en uğraşılmış yemekleri gastronomik bakış açısıyla seçecek." Bu kadar saf olduğumu bilmiyordum! Birbirinin yemeğine "Tek kelimeyle iğrenç, midem bulandı," diyenler mi ararsınız, "Ye, işte önünde üzüm var, zaten gecenin içine ettin," diye konuk ağırlayanlar mı, yemeği tadıp, peçeteye çıkaranlar mı, tatlıyı dışarıdan alıp, bunu sırıta sırıta kameraya anlatıp, misafirlerin gözünün içine bakarak "Ben yaptım," diyenler mi? Puanlama zaten skandal. Çoğu "Ayşe'nin yemekleri en iyisiydi, ama ben kazanmak istediğim için, ona 10 üzerinden bir veriyorum ki birinci olmasın," bakış açısı içinde. Bütün bu kabalıklar, terbiyesizlikler, yalanlar, 10 bin YTL'lik para ödülü için.
Dünyada konukseverliğiyle övünen bir milletin şu haline ne demeli? Bizim misafir için paralanıp, imkanlar dahilinde bin bir ikram yapmaya çalıştığımız 70'lerle, Yemekteyiz programı arasında ne oldu bilmiyorum. Liseydi, üniversiteydi, Amerika'ydı, televizyondu filan derken, ne kaçırdım, nasıl bu noktaya geldik, çözmeye çalışıyorum. Çünkü anladığım kadarıyla, artık biz, o eski biz değiliz!