Can Dündar'ın belgesel filmi
Mustafa tartışma uyandırdığına göre amacına erişmiş demektir. Sadece bilinenlerin tekrarına dayanan, herkesin benimseyip kabul ettiği görüşler üstünden ilerleyen bir film olsaydı Mustafa hiçbir anlam ifade etmezdi. Bir belgeselin içine gerçeğe ters düşen bilgiler koymak yoluyla tartışma yaratmak da mümkün ama kimsenin Dündar'a böyle bir şey atfettiği yok. Ortada cereyan eden
"kamplaşma" bizim ezeli bir derdimizden kaynaklanıyor:
Atatürk kimdir? Duvarlar arasına sıkışmak Bu soruyu yanıtlamak kolay değil. Şunu kabul edelim ki, Atatürk, hakkındaki bilgilerin son derecede sınırlı olduğu, özel hayatına ait neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz bir devlet adamıdır. Onunla ilgili konular yıllar yılı
"devlet sırrı" muamelesi görmüştür. Bugün de yeterince dışına çıktığımızı sanmıyorum. Can Dündar'ın filmi, görüşleri benimseyelim benimsemeyelim, bu yolda atılmış ilk adımlardan birisidir.
Şunu belirteyim ki, ben filmi gördüm ve hiç de öyle
"aykırı" şeylerin üstüne gitmiyor. Tartışma uyandıran tek yanı gerçekten Dündar'ın
"insan Atatürk'e" dönük değerlendirmesi:
ömrünün son yıllarında yalnızdı ve alkole boğulmuştu. Bunda şaşacak bir şey yok. Alkolle olan ilişkisini, hem ömrünün başlangıcında ilk rakıyı kendisine
Ali Fuat (Cebesoy) içirdiğinde hem de ömrünün sonunda bir yabancı gazeteciye yaptığı açıklamalarda bulmak mümkün. Üstelik bence de hayatının son yıllarında çok yalnızdı; evet, belki etrafındaki insanlarla eğlenebiliyordu ama
onun gibi tüm ömrü boyunca cephelerde savaşmış, tabiat olarak da sert, mücadeleci ve yırtıcı, çok olağan üstü/dışı zekaya sahip birisi için Çankaya'da, Dolmabahçe'de duvarların arasında kalmak ıstırap vericiydi. Yazıyor her şeyi kitaplar Bu söylediklerimizin hiçbiri boş söz değil. Özellikle iki kitap
Ali Fuat Cebesoy'un anılarıyla,
Cemal Granda'nın
Atatürk'ün Uşağı İdim ilk elden onun bugüne değin yazılmamış
"aykırı biyografisinin" çok önemli ipuçlarını barındırıyor. Princeton Üniversitesi'nde yakın dostum Prof.
Norman Itzkowitz'le
Prof. Vamık Volkan'ın
Ölümsüz Atatürk isimli psikanalitik biyografisi ise benim istediğim ayrıntıda değil. (Nedenlerini Itzkowitz'le çok tartıştım.) Buna rağmen o yapıtın bile yeterince okunmadığı ortada.
1980'li yılların içinde yanlış hatırlamıyorsam
Prof. Mete Tunçay Toplumsal Tarih dergisinde "aykırı Atatürk"le ilgili anekdotik alıntılar, bilgiler yayınlardı. Tunçay hemen
"Atatürk düşmanı" diye damgalandı. O da bir başka vesileyle çok güzel bir yazı yazıp, Atatürk düşmanı olmadığını açıkladı. Ayrıca niçin olsundu?
Efsane ihtiyacı Atatürk konusundaki hassasiyeti anlamamak olanaksız.
Henüz 85 yıl öncesinde yaşananlar ve hiç şüphesiz onun dehasının çok geniş ölçüde biçimlendirdiği kurtuluş süreci, mitoloji/efsane yaratmaya muhtaç bir psikoloji içinde bulunan toplumun beklentileriyle örtüştü. Atatürk'ün sır olmayan liderlik hırs ve egosu bu oluşuma katkıda bulundu. Sonunda sosyolog Prof. Nur Vergin'in tanımlamasıyla Atatürk halkın/toplumun eleştirilmesinden rahatsızlık duyduğu değerleri arasına katıldı. Bu durumu eleştirebiliriz ama ne yapalım ki gerçek budur. Söz konusu gerçeğe
"teslim olmak" zorunda değiliz ama belli bir dönüşümün de ancak zamana bağlı olarak yaşanacağını bilmek gerekiyor.
Yani Atatürk'ün tabulaştırılması, putlaştırılması nasıl gerçek bir modern bilince tersse onu eleştirmek adına gereksiz ve abartılı, çarpık görüntüler sergilemek de bir o kadar yanlıştır.Bize nesnel, tarihsel gerçeklerle uyumlu bir Atatürk portresi gerekiyor. İnsan olarak Atatürk sıra dışı birisiydi. Hayranlık uyandırmaması olanaksızdı. Bugün onu işleyecek biyografi yazarlarına ise belki diğerinden daha fazla gereksinim var. Onun kişilik özellikleri tarihsel gerçekliğini etkilemez ama bizim toplumsal bilincimizin oluşumu bakımından önemlidir.
Pazartesi günü buradan devam edeyim diyorum.
Yayın tarihi: 1 Kasım 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/01//haber,D808BE2522DC4A75A3E97C015328DEEB.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.