Başlıktaki soru
Türkiye'nin neredeyse çeyrek yüzyıldır devam eden ve sistemini her düzeyde çok zorlayan sorununun galiba çok önemli bir iç düğümünü yansıtıyor.
Türkiye'de sorun
"Kürtlerle" değil
"Kürtlükle"dir. Bu hem Türkleri hem de Kürtleri kapsayan bir olgudur. Dün yaşadığımız sorunun altında yatan buydu, bugün de. Anlatmaya çalışayım.
Kültürel kimlik Bir toplumun egemen etnik grup üyelerinin kendi dışlarında kalan bir başka etnik grubun üyeleriyle yaşaması bazı ahvalde zordur. O zaman söz konusu toplumda iç savaş çıkmış veya anti demokratik yapı egemen olmuştur. Bazı durumlarda ise yasalar ve toplumsal kurallar egemen etnik grubun hakimiyeti altında biçimlense bile diğer etnik grup üyeleri o koşulları kabul etmek şartıyla kendilerini kültürel olarak farklı aidiyetler içinde ifade edebilir. Sonuç olarak
ulus devlet dediğimiz cihazın en özlü tanımı budur
. Tıpkı Türkiye'de olduğu gibi ortada egemen bir etnik kimlik olsa dahi diğer etnik kimliklerin varlığı kabul edilir. Ama kabul edilen kimlik siyasal kimlik değildir, kültürel kimliktir. Lazı, Boşnağı, Çerkezi, Azerisi kendi kimliğine atıf yapıyorsa bu daha ziyade
özel alanla ve sadece
kültürel aidiyetle ilgilidir.
Siyasal kimlik Diğeri ise siyasal kimliktir.
Devletin tarif ettiği kimlik daima siyasaldır. Türklük sadece kültürel değil aynı zamanda siyasal bir kavram olarak biçimlenir. Ya da Alman veya Fransız kimliği.
Ancak ulusüniter devlet modelinden daha farklı (ve sınırlı) siyasal modelde (mesela federasyonlarda ve kantonal sistemlerde) herkes kendi farklı etnik kimliğini hem kültürel hem de siyasal olarak ifade edebilir. Bu ne kolay bir şeydir ne de bu uygulama bir toplumda yaşayan, mevcut olan bütün aidiyetlere uygulanabilir. Federal sistemlerin dahi bu olguyu kısıtladığı açıktır.
ABD federal bir devlet yapısında olsa dahi farklı etnik kimliklere federatif özerklikler tanımamıştır. ABD'nin özelliği farklı kültürel kimliklerin siyasallaşmamak şartıyla kendilerini toplumsalkamusal alanda ifade edebilmesindedir. Ne istediğini bilmek Türkiye'de Kürtlerin temel talebi nedir diye bugün çok gecikmiş bir soruyu hala sorabiliriz. Çünkü bu sorunun yanıtı Kürtlerin kafasında da henüz net değil.
Verilen tek cevap (ki, o cevaba sadece Kürtler değil hepimiz dahiliz) "demokratik hakların benimsenmesi"dir .
Buradaki demokratik hak kavramı benim anladığım kadarıyla siyasal kimlik ve aidiyeti dışlayan, kültürel özelliklerin (dil başlıcası olmak üzere) toplumsalkamusal alanda kabul edilmesi ve onlarla birlikte yaşanmasına cevaz verilmesidir. İşte burada kritik soru şekilleniyor: bu kimliğin ifadesi nedir,
"Kürt" mü, "Kürtlük" mü?
İki taraf da hapis Bu sorunun önemi
sadece Kürtleri değil Türkleri de bağlamasından kaynaklanıyor.
"Kürt", sadece tarihsel veya sosyolojik "nötr" veya "boş" (inert) bir "gösterge" değil. Bugünkü dünyada Kürt kültürüyle, diliyle ve diğer kimlik özellikleriyle Kürtlüğe tekabül ediyor. Kimlik özelliklerinden soyutlanmış, arındırılmış bir Kürt tanımının anlamı yok. Kürt varsa Kürtlüğüyle var. Türkler için "Kürtlerle birlikte yaşarız" demek pek bir anlam ifade etmiyor.
Mesele, başka bir seçenek düşünülemeyeceğine göre, evet, Kürtlerle yaşamaktır, ama "Kürtlük" içeren bir Kürt olacaktır o birlikte yaşanacak insan. Veya Kürtlüğüyle kabul edilen bir Kürtse birlikte yaşamak demokratik bir anlam kazanacaktır.
Bu işin Türkler yanıysa Kürtler yanı da gelip aynı noktaya dayanıyor. Çünkü, orada da Kürtlüğün ne kadar kültürel ne kadar siyasal olduğunu açık bir biçimde belirtmek gerekir. Elbette kültürel olan her şey politiktir. Biliyoruz ama buradaki tartışma siyasal üniter devlet ile federatif yapı arasındaki çelişki ve etkileşimdir.
Kısacası iki taraf da Kürt'ten değil Kürtlükten bahsettiğini bilmek, Kürtler kültürel Kürtlüğe, Türkler siyasal Kürtlüğe biraz daha yanaşmak zorundadır. Demokrasi bunu zorunlu kılmaktadır!
Yayın tarihi: 27 Ekim 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/27//haber,05E90CFD6E9C4DF7815B7FBB650C3AE1.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.