Dünkü yazımı bir cümleyle özetlemem gerekiyorsa Alman sosyolog
Habermas'ın diliyle söyleyeyim ve
Türkiye'de modernleşmenin
"tamamlanmamış bir proje" olduğunu belirteyim. Burada
proje sözcüğü biraz sorunlu kalıyor. Çünkü modernleşmenin
doğal değil tepeden dayatılan bir yanı olduğunu ima ediyor. Fakat ne yapalım ki,
Türkiye'de yaşadığımız tarihsel gerçek budur ve
Türkiye'de
devletin modernleşmesi eksik olduğundan modernleşmenin tamamlanmadığını vurguluyorum . Bunu da şu çevremizi saran meselelere bakarak anlamak mümkündür.
Aşırı güçlü devlet Türk modernleşmesi hala
aşırı derecede güçlü ve otoriter bir devletin varlığına işaret ediyor.
Bu modernleşme başlangıçta özgür bir bireyin yaratılmasını belki projenin bir parçası olarak görüyordu. Fakat o birey ortaya çıkıp kendisini ifade etmeye başladıktan sonra taviz vermeyen ve her şeyi kendisine bir tehdit olarak algılayan devlet kendisini ortadan kaldırmayı, hiç değilse kontrol altında tutmayı öngördü. Bu bizim modernleşmemizin en önemli
iç paradoksudur. Söz konusu paradoks bana kalırsa dün de belirttiğim gibi demokratikleşmeyle çok ilgili. Modernleşme
Kant'ın belirttiği gibi
ergin ve özgür bir bireyi öngörüyorsa bu öncelikle bir
demokratikleşme sorunsalı.
Türkiye'deyse devlet buna karşı çıkıyor. Devlet
Türkiye'de kime ait olursa olsun daha başlangıçtan temel hak taleplerine kapalı. Doğal, çünkü,
"bu memlekete komünizm gerekiyorsa siz uğraşmayın, onu biz getiririz" diyen bir devlet zihniyetinin içinden geliyoruz.
Hal böyle olunca her şeyden önce aşırı derecede güçlü ve aynı zamanda da kutsal sayılan bir devletle iç içe yaşıyor, karşı karşıya kalıyoruz. Sonuç
ikili bir demokratikleşememe kısıtlamasının karşımıza çıkması.
Her şeyi kontrol altında tutan bir devlet anlayışı demokratik olmadığı gibi matematiksel olarak toplum-devlet ilişkilerinin demokratikleşmesine de olanak vermeyecektir. Kürtler ve başkaları Yeniden çevremize bakalım. Bugün bir sergerde ortaya çıkıp
1000 kişiyi öldürdüğünü söyleyebiliyor. Daha da korkuncu bunu
"emir komuta zinciri içinde" yaptığını belirtmesi. O kişinin bütün bu eylemlerini gerçekleştirdiği dönemin Başbakanı
Tansu Çiller de
"devlet için kurşun atan da yiyen de birdir, şereflidir" diyebiliyordu. Üstelik o kişinin bir parçası olduğu
Susurluk bugüne kadar aydınlatılamadı. Karanlık, gizli ilişkiler devam ediyor.
Öbür tarafta
Kürt meselesi var. Nedir bu
PKK olayının içyüzü? Belki her şeyi her zaman olanca çıplaklığıyla bilemeyeceğiz. Bu iktidar oyununun özüne aykırı. Fakat
pazartesi günü
Taraf gazetesinde
Avni Özgürel'in
Neşe Düzel'e söylediklerinin bir teki bile dudak uçuklatmaya yeter. Üstelik bu görüşler ilk kez dile getirilmiyor. Yıllardır yazıldı ve söylendi. Gene de hiçbir şey aydınlatılamıyor.
Bu şartlar altında
ussallaşmış bir devlet, toplumun öncelliğini kabul etmiş bir devlet ve nihayet bireyin varlığını kabul etmiş bir devletten nasıl söz edeceğiz ve bu eksikler bizim "modern" olduğumuzu söylemeye yeter mi? Modernleşmenin belki bin tane tanımı var. Ama imparatorluk geçmişinden gelen toplumlarda en önemlisi devletin modernleşmesidir. Yani demokratikleşmesidir. Bunu yapamadık.
Marx sınıflı toplumların tarihinin tarih öncesi olduğunu belirtiyordu. Abartarak ve biraz çarpıtarak modernleşmemiş devletli toplumların tarihinin tarih öncesi olduğunu söyleyeyim. Kısacası soru şu: biz hangi tarihte yaşıyoruz?
Yayın tarihi: 23 Ekim 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/23//haber,B3B168A42FD84C31B13B6474F93F5BF7.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.