Bütün cumhuriyetler aynı değildir. Cumhuriyetleri sınıflandırmak için birçok ölçüt kullanılabilir. Ben iki temel unsurun diğerlerinden daha etkili olduğu kanısındayım.
Bunlardan birisi yerleşik bir devletin aşağıdan ve tarihsel koşullardan gelen zorlamalar sonucu cumhuriyet olması. Diğeri ise devleti kuran, en azından devletle birlikte kurulan araçşallaşmış cumhuriyettir.İkinci kriter cumhuriyetin 'sivil' yani siyasal kavram üstüne bina edilmesiyle 'sivik' yani medeni kavramlar üstüne kurulması. Sivil her zaman bizde sanıldığı üzere sivil değildir ve sivik (medenidiyelim) cumhuriyet (ki özü Roma cumhuriyetidir) siyaset biliminin üstünde çok durduğu 'erdem (virtue)ile özdeşleşir. Amerikan modeli devletin (diyelim) kurduğu sivik cumhuriyettir, Fransız modeli devleti kuran sivil cumhuriyettir. Bizim modelimiz tıpatıp bu ikinci modelle örtüşür.
Demokrasinin cumhuriyeti Bu iki modelin de sınanma taşı demokrasidir ve açıkçası sivik cumhuriyetin demokrasiyle bağ kurması çok daha kolaydır. Amerikan demokrasisi bu bakımdan yeterince açıklayıcıdır.
Oysa bir cumhuriyetin varlığı ve bir cumhuriyetin en önemli kurucu unsuru olan egemenliğin halka ait oluşunun demokrasi için yeterli olmadığı ise Fransa örneğine bakarak anlaşılabilir. Niye diye soranlara kurumsal demokrasinin Fransa'ya
2. Dünya Savaşı sonrasında geldiğini ve o tarihe kadar Fransa'nın birçok döneminde açık açık
faşist yönetimler kurduğunu belirtelim. Büyük
1848 dalgası olmasaydı ve demokrasi Fransa'da sınıfsal arayışların bir umarı olarak görülmeseydi belki bu demokrasi bile çok sorunlu olacaktı.
Cumhuriyetin demokrasisi Şimdi
Türkiye'ye gelelim ve öncelikle belirteyim ki,
Türkiye'nin 1923'te yönetim tarzı olarak cumhuriyeti seçmesi elbette yönetici elitin bir kararıdır ama tarihseldir ve içerdiği irade bakımında dünya ölçeğinde önemlidir. Cumhuriyetle birlikte egemenlik sorunu nihai olarak çözülmüştür ve bu aynı zamanda şimdi çok tartıştığımız laiklik sorununun halli bakımından da hayati derecede olmazsa olmaz bir adımdı. Ne var ki, cumhuriyetin demokrasiye dönüşmesi çok zaman almıştır.
Bu durumun başlıca nedeni
devletin cumhuriyeti kontrol altında tutmasıdır. Bu cumhuriyet devlet özdeşliğini getirmiştir.
Devlet (yönetici-kurucu elit) cumhuriyeti kendi idaresi için bir araç olarak görmesine yol açmıştır. Bir anlamda devlet
res publica'yı yani halkı yönetimin ana karar sahibi saymış ama
konvansiyonalizm (mecliscilik) ve bir tür başkanlık sistemi içinde iradesini kısıtlamıştır.
Siyaset gene siyaset İkinci ve daha önemli, hatta yukarıdaki nedenin gerekçesi de olabilecek unsur ise cumhuriyetin
siyasete verdiği önem ve atfettiği anlamdır.
Açık söylemek gerekirse cumhuriyet siyaset kurumuna güvenmemiş ve onu bir yönetim unsuru olarak saymamıştır. Bu da bizim cumhuriyetin
sivillikten yana olup
sivik olmamasının uzantısıdır. Toplumunhalkın siyasetle kendi kendisini yönetecek kertede erginleştiği kanısında değildir cumhuriyet ve bu benim
cumhuriyet paradoksu dediğim hali meydana getirir:
halk iradesine dayanan, bütün kuvvetin kaynağı olarak halkı gören fakat halkın iradesinin tecellisi için siyasete ne inanmayan, güvenmeyen bir rejim! 1850-1950 arası cumhuriyetle en önemli dönemecini alan Türk siyasal modernleşmesinin ilk devresidir ve bu devre 1950'de kapanır. Öylelikle de
halksız cumhuriyetten gerçek yani
halklı bir cumhuriyete geçilir.
1950 halkı cumhuriyete iade etmiştir. Şunu söyleyerek bitireyim: bugünkü demokrasinin niteliği ve sorunları bu tarihin ve cumhuriyetin öncelikle ve zorunlulukla eleştirilmesini gerektirmez.
Çünkü halk olmadan cumhuriyet eksikse cumhuriyet olmadan demokrasi de eksiktir ve mesela İngiltere modeli bu yargıyı aşmak için yetersizdir!
85 yılın hikayesi budur ve bu hiç mi hiç öyle burun kıvrılacak bir tarih değildir.
Yayın tarihi: 30 Ekim 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/30//haber,8A2C74299BB243608260920A94B5587E.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.