Öncelikle 1. Murat'ın hakkını yiyip Kosova zaferini Sultan 2. Murat'a mal ettiğim için özür dileyeyim.
Kosova'nın bağımsızlığının ilanı ve kabulünün ardından Avrupa siyasetinde ve uluslararası ilişkilerde
bir eşiğin geçildiğine kuşku yok. ABD'nin çok arzuladığı bağımsızlığın AB'nin üç büyüklerinin, özellikle de Almanya'nın bu hamlenin arkasında durması sayesinde gerçekleşmesi Batı ittifakı açısından yeterince önemli bir gelişme. Bu tavrın Avrupa'ya kendi ağırlığını göstermek isteyen
Rusya karşısında alınmış hayli sert bir tavır olduğu da belli. Üstelik Kosova'nın bağımsızlığının tanınmasıyla
uluslararası hukuk açısından yeni bir durum da ortaya çıktı. Dolayısıyla Avrupa'nın bu yeni devletinin tanınmasının dünyadaki benzer başka durumlar açısından bir emsal oluşturup oluşurmadığı önümüzdeki dönemde çok tartışılacak. Bu Kosova'nın emsal oluşturabilecek bir durum oluşturmasının ilk örneği de değil. 1999'da Kosovalılara uygulanan etnik temizlik üzerine NATO'nun Sırbistan'ı bombalaması BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan gerekleşmişti. Tıpkı Irak'ın işgalinin gerçekleştiği gibi.
Türkiye Kosova bağımsızlığını
tanımalıydı ve tanıdı. Ancak bu tarihsel ve siyasi nedenlerle kaçınılamayacak adım atılırken kararın
iki ucu keskin bir kılıç olabileceğini de mutlaka değerlendirmiştir. Malum KKTC açısından makbul görünen bu karar Irak Kürtleri açısından da çok olumlu değerlendirildiğinden ve üstelik benzerlikler çok daha fazla olduğundan
Türkiye'yi rahatsız edebilecek sonuçlara da açıktır.
Türkiye Ada'da öncülük yapmalı Kosova'nın emsal teşkil etmeyeceği konusunda Batı ittifakı kararlıysa o zaman Kıbrıs'taki gelişmeleri bu ışık altında da değerlendirmek gerekir. Pazar günü yapılan Başkanlık seçimleri ilk turunda Kıbrıs devletinin kurucu şahsiyetlerinden Papadopulos elendi. Bu şekilde adadaki iki toplumun liderliği çozümsüzlükten yana kurucu dönem milliyetçilerinden
birlikte yaşama iradesi göstermeye razı yeni nesillere geçiyor.
İkinci tura kalan her iki aday, Yannakis Kasulidis ve Dimitris Hristofyas'ın her ikisi de KKTC'yi muhatap alarak bir çözüme gitmek isteyecekler. Bu sefer Kıbrıslı Rumların durumu
geçmişe göre daha da zayıf sayılabilir. Üstelik AB üyesi olmalarına rağmen. Uluslararası Kriz Gurubu'nun İstanbul bürosunda çalışan Hugh Pope'nin Wall Street Journal'da yazdığı gibi Rumlar AB üyeliklerini çok kötüye kullandılar.
Türklere husumet gösterdiler ve tüm siyasetlerini Türkiye'yi ve
üyelik sürecini baltalamak hedefine odakladılar. Bu nedenle adadaki iki toplum arasında ilişkiler soğudu. Üye olduklarından beri sergiledikleri aksilikleriyle AB'nin diğer üyelerini canlarından bezdirdiler. Örneğin 2005 yılında AB'nin Kafkas ülkeleriyle müzakerelerini, Azerbaycan'dan KKTC'ye bir uçuş gerçekleştiği için engellediler. Kıbrıslı Rumların eli de eskisi kadar güçlü değil. Pope, turizm gelirlerinin düştüğünü, euro'ya geçildiği için para aklamadan gelen
paranın kuruduğunu belirtmiş.
İkinci tura kalan adayların kimlikleri ve siyaset platformları nedeniyle BM'nin
yeniden barış işine soyunması beklenmeli. Bunun da ötesinde Kosova'nın emsal teşkil etmediğini göstermek için de başta ABD ve Britanya meseleyi çözüme götürecek adımların atılmasını isteyeceklerdir. Çözümün de bugüne dek kabul edilmiş çerçeve içinde olması gerekecektir.
Türkiye'ye bu aşamada düşen AB bağlantılı tüm konularda üzerine sinmiş olan atalet, rehavet ve
vurdumduymazlıktan kurtulup Kıbrıs'ta yeniden önalmaktır. Bunda da ilk adım Emekli büyükelçi Temel İskit'in Taraf gazetesinde yazdığı gibi "limanlar putunun gölgesinden kurtulmak" olmalıdır.
Yayın tarihi: 21 Şubat 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/21//ozel.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.