|
|
|
|
|
Kan Kokulu Topraklar
|
|
Padişah 5. Murad'ın torunu Fransız gazeteci-yazar Kenize Murad, yeni kitabı "Toprağımızın Kokusu: Filistin ve İsrail'den Sesler"de Arap-İsrail çatışmasının neden olduğu insanlık tragedyasını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor
Büyükannesi Selma Sultan'ın hayatını konu alan, dünyada "Ölmüş Prensesin Anısına" adıyla bilinen, ülkemizde ise "Saraydan Sürgüne" ismiyle çevrilen biyografik romanıyla tanınan Kenize Murad, bir Ortadoğu uzmanı. Ortadoğu konusunda 15 yıldır yaptığı araştırmayı kaleme alan Keniz Murad, insan hikayelerinden yola çıkarak Filistin ve İsrail sorununu anlamaya çalışıyor. Kenize Murad'ın kitabı yazma gerekçesi ve kitaptan sarsıcı bölümler, ilk kez Aktüel Pazar'da...
TERÖRİZM DALGASI GELİYOR Bir gazeteci ve Ortadoğu uzmanı olarak, 15 yıldır İsrail-Filistin çatışması hakkında hiçbir şey yazmamaya karar vermiştim. Konunun bu hassas ve duygusal ortamında başkaları tarafından ya 'Antisemist' (Yahudi düşmanı) ya da 'Arap ırkçısı' diye ithaf edilmeden fikir yürütmek çok zor. Fakat 2 yıldır bu bölgede oluşa gelen olaylar artık susmanın sürdürülemeyeceğini gösteriyor. Çünkü ister hak, ister hukuk için olsun, büyük insanlık dramları bizi de ilgilendiriyor; İsrailliler'in kaygısız ve rahatça yaşama hakkı, aynı zamanda İsrailli politikacıların başka bir yere tansferini düşündüğü Filistin halkının yaşam ve kendi ülkesinde yaşama hakkı... Durumu görmezlikten gelip, kendi bencilliğimize boyun eğmek bizim için çok ağır sonuçlar doğurabilir.
Filistin bir barut fıçısı, fakat Ortadoğu'nun alevlenmesi riskini görüp ve Batı'nın partizanlıkla suçlanacağını bile bile olayların daha da ağırlaşmasına göz yumuyoruz. Emsali görülmemiş ve hiç kimsenin durduramayacağı bir terorizm dalgası geliyor. Terorist hareketleri fanatizm diye adlandırmadan bunun nedenlerine inmedikçe, terorizm ne polisiye faaliyetler ne de askeri güçlerle engellenebilir. Bir çok İsrailli bilir ki: Şaron'un askerleri ne kadar çok Filistinli öldürürse, o kadar çok intihar saldırıları için gönüllü bulunacaktır.
Baskı, sadece kısa süreli bir çözümdür. Yüksek sorumlularla görüşmelerden kaçınmak ve politik analizlerin dışına çıkmak için, bu bölgeye tekrar gelip sözü olağan insanlara vermek istedim: Erkekler, kadınlar, çocuklar, Filistinliler ve İsrailliler. Yaşam hikayelerini dinleyerek -ki bunların bazıları ölüm kamplarından sağ kurtulan İsrailliler. Diğerleri ise köylerinden kovulmuş ve mülteci kamplarına yerleştirilmiş Filistinliler- onların ihtiyaçlarını, kaygılarını, korkularını anlamak ve içinde bulundukları konumu algılayış şekillerini kavramak istedim. Filistinliler'in İsrail'i yok edeceğinden emin olmuş, korku içinde yaşayan bir toplum, dünyanın en güçlü ordularından birine sahip olup karşısında birkaç taş, birkaç silah ve canlı bombalar bulunmasına rağmen İkinci Dünya Savaşı tecrübesini bir daha yaşamakla tedirgin bir toplum. İsrailli yöneticilerin onlara yalan söylediğine inanmış ve hiçbir şekilde bu yöneticilerin onlara bir ülke kurdurma heveslerinin olmadığından, hatta onları yok ederek büyük İsrail hayalini gerçekleştirmek istediklerinden emin Filistin halkının acılarını ve korkularını anlamak istedim. Sömürgelerin artması önünde oluşan başkaldırılarını anlamak ve sistematik bir istimlak politikası, sokağa çıkma yasağı ve barajlarla sefalete terkedilmiş bir toplumun üzüntülerini ve onları uçlara iten umutsuzlukları anlamak istedim.
BARIŞ İSTEMİYORLAR Radikaller tarafindan manipüle edilmiş kişilerle yaptığım röportajlarda, insanların çoğunun, karşı tarafın onları yok edeceği duygusuyla yaşadıklarını gözlemledim. Fakat aynı ölçüde ablası bir intihar saldırısında ölen, İsrailli genç bir kız olan Orit'in de isyanını duymak gerekir: "Anlamıyorsunuz, barış istemiyorlar, bizi yok etmek istiyorlar." Karşı tarafta olan Samira, Etedel ve Leila bana aynı cümleyi tekrarlayacaklar. Orada bulunduğum süre içerisinde barış istemeyen bir azınlıkla da karşılaştım. Ya da öteki tarafın yok olması pahasına barış isteyenlerle. Aynı zamanda her iki tarafta barış için aktif bir şekilde çalışan insanlarla da karşılaştım. Filistin boyutunda, güçler dengesinin ortaya çıkarmış olduğu durum itibari ile barış tek gerçekçi seçim gibi görünüyor.
İsrail hükümeti ile anlaşacağı İsrail halkını birbirine karıştırmamakta titizlik gösteriyor. İsrail kanadında ise sözü, bu bölgenin umudu olan, sesleri pek fazla duyulmayan bir azınlığa verdim. Bunlar evrensel insani değerlerin saygısı ve geçmiş yüzyıllardaki cellatlarına benzememek için mücadele ettiklerini söylüyorlar. Bu catışmada galibiyet her iki tarafın özveride bulunmasıyla mümkün olabilir. Şiddet ve savaşlar hiçbir şeye yaramıyor. Çünkü yenilen uzun süre yenik kalmıyor. Ölümlerin ve acıların çoğalması ile kinler daha da güçlenecek ve mücadele gelen her yeni nesil ile yeniden başlayacak. İsrail ordusu tarafından 2002 yılının nisan ayında yerle bir edilen Cenin mülteci kampında yaşayan Ahmed Fayed'in felçli erkek kardeşi, onun evin içinde olduğunu bilen ve ailenin yalvarmalarına aldırmayan bir askerin buldozerle evi yıkması sonucunda ölmüş. Ama hemen değil. Yıkıntıların altında günlerce feryat ettikten sonra. Çünkü İsrailli askerler eve kimseyi yaklaştırmamışlar...
16 yaşındaki Halil kurbanlardan biri. Halil, 10 Mart 1990'da Ramallah'da taş attığı için İsrailli askerler tarafından kovalanıp bir inşaatın asansör boşluğuna itildikten sonra, üzerine bir blok çimento dökülerek yamyassı edilmiş... Han Yunus mülteci kampından 12 yaşındaki Basel, 19 Mart 2001'de okul dönüşü evinin kümesinden kaçan tavuğu yakalamaya çalışırken, ne yaptığını kontrol kulesinden görmelerine rağmen kıllarını kıpırdatmayan askerlerin ve annesinin gözleri önünde biraz ileride duran bir tankın ateş açması ile paramparça olmuş. Çok parlak bir öğrenci imiş. Büyüyünce mühendis olup ailesine bakmak istiyormuş... Nablus yakınındaki Beit An köyünden 13 yaşındaki Hüsam, köyün yakınındaki bir tepede nöbet tutan askerlerin ''eğlenmek'' için uzuvlarına tek tek dom-dom kurşunu sıkmasıyla ömür boyu sakatlığa mahkum kalmış...
ÖLÜMÜM BİR ANLAM KAZANIR!' Kenize Murad, yaşamları işkence, ölüm ve haksızlıkla yoğrulmuş Filistin halkının artık umudunu yitirdiğini vurguluyor. El Kudüs Üniversitesi öğrencisi İman, bu umutsuzluğu dile getirirken, aynı zamanda intihar saldırılarını da gerekçelendiriyor: Bunu yaparsam hiç olmazsa ölümüm bir anlam kazanmış olur. Bunun dinle alakası yok. Vatan sevgisi de bir din olabilir. Ölüm şeklimi kendim seçerek kurban konumundan çıkar, yaşamımı ayaklar altına alanların elinden kurtulmuş olurum." Filistinliler tarafından oğlu öldürülmüş İsrailli baba Yitzhak Frankenthal, "Eğer ben de Filistinli doğmuş olsaydım, işgalciyi öldürmek ve ona zarar vermek isterdim. Yoksa özgür insan kimliğime ihanet etmiş olurdum" sözleri tarihe bir 'dip not' olarak düşüyor.
Tarih 27 Ocak 2002'yi gösterirken, 28 yaşında genç bir kadın Kudüs'ün merkezinde bombalı bir intihar saldırısı gerçekleştirdi. Kadın canlı bomba bir adamın hayatına ve kırk kişinin yaralanmasına neden oldu. İntifada'nın başlangıcından sonra ilk defa 'kamikaze'nin bir kadın olması hem Filistin hem de İsrail toplumunda büyük şok etkisi yarattı. Ortadoğu'nun ilk kadın 'kamikaze'sinin adı: Vefa. Ortadoğu'nun ilk kadın 'kamikazesi' Vefa'nın, manipüle edilen gençlerin sınıfına girmediğini gösteriyor. Vefa, eğitim almış, hemşirelik yüksek okulunu bitrmiş, Müslüman ama başını örtmeyen bir genç kadın. Yakın bir komsuşuyla ailesini ziyarete gittim. Çadırda değil fakat kışları buz gibi, yazları ise sıcaktan durulamayan sıra sıra dizilmiş kerpiç evlerin birinde oturuyorlar. Vefa'nın annesi Vasfiye uzun töresel elbisesini giymiş, beyaz saçlı, sert mizaçlı, güçlü bir kadın görünümü veriyor. Oturma oadasının masasında kıvırcık kızıl saçlı bir genç kadının çerçevelenmiş bir fotoğrafı duruyor. Vefa'nın annesi fotoğrafı göstererek, "Bu Vefa kızımın diploma töreninde çekilen bir fotoğrafı" diyor.
İNTİHAR SALDIRISINI BİLMİYORDUK Aslen Ramleh bölgesinden gelen bu çiftçi aile, 1948 yılının Haziran ayında binlerce Filistinli ailenin akibetine uğrayarak İsrailli askerlerle karşılaşmamak ve ölümden kaçmak için bölgelerini terk etmişler. Anne Vasfiye burada bir gençle tanışıp evlenir ve dört çocukları olur; Vefa ailenin tek kız çocuğudur. Anne Vasfiye anlatırken bir köşede sessizce oturan, daha sonra görümce olduğunu öğrendiğim kişi daha fazla şeyler biliyormuşcasına manalı bir sükunet içerisinde. Diğer insanların yanında konuşmayacağını sezinliyorum... Görümce Mervet benimle konuşmak istediğini işaret ediyor. Bir fırsatını bulup konuşuyoruz: "Vefa ile aynı yaştaydık ve 3 sene bu evde birlikte yaşadık. Boşanmasından etkilenmişti. Fakat bu fazla uzun sürmedi. Hatta hem kocasına çocuk veremediği için duyduğu suçluluk duygusundan kurtulduğu hem de özgürlüğünü tekrar bulduğu için seviniyordu. İlk önce başörtüsünü çıkardı. Ufku açılmış bir hemşire olarak herkese, hatta civar köylere bile yardıma koşuyordu. Kızılay için çalışmaya başlamış ve aylardan beri gördüklerinden derinden etkilenmişti. Nablus, Ramallah ve Cenin'de birçok vahşi olaya tanık olmuştu. Biliyor musunuz, barikatların önünde doğum yapıp çocuklarını kaybeden anneleri görüyordu. Her akşam eve gelip gördüklerini, yaşadıklarını anlatıyor ve isyanını dile getiriyordu. Ama hiçbir zaman intihar saldırısından bahsetmedi, hatta konusu açıldığı zamanlar susuyordu." Mervet başını salladığı anda gözleri dolmaya başlıyor, "Bütün bir zaman boyunca Vefa'nın bu kararı yalnız başına taşıyıp, hiçbir şey anlamadığıma kahrediyorum. Belki sezebilseydim kararından caydırabilirdim!" diyor. Konuyu daha da uzatmayarak, acı çeken bu kadına intihar saldırılarını tasvip edip etmediğini soramadım. Vefa'dan sonra, onun örneğini takip eden başka genç kızlar oldu: 27 Şubat 2002 tarihinde, Nablus Üniversitesi'nde İngiliz Filolojisi öğrencisi olan 21 yaşındaki Darin Aboud Ayad, bir askeri barikatın önünde bombalı intihar saldırısı gerçekleştirdi.
Sonuç, 3 polis yaralandı. Darin, kadın ve çocuk ölümlerine artık dayanamadığını ve onların öcünü almak istediğini söylemiş. 29 Mart 2002 tarihinde, Beytüllahim yakınlarındaki bir mülteci kampından gelen 18 yaşındaki Ayat Al Akrass, Batı-Kudüs'te ticari bir cadde üzerinde kamikaze eyleminde bulundu. Sonuç: 2 ölüydü.
Fikret Aydemir
|
|
|
|
|
|
|
|
|