|
Bu yönetmen ödülü hak etti
|
|
Yıllardır Kütahya'nın Tavşanlı ilçesinin Tepecik köyünde kısa filmler yapan, bir avuç meraklının dışında kimselerin tanımadığı, tam 50. yaşını süren bir sinemacı Ahmet Uluçay... "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filmi İstanbul Festivali'nde büyük ödülü göğüsledi. Şimdi, Montreal'den Hamburg'a dünyaca ünlü festivaller onun filmini istiyor.
*** Ahmet Uluçay
Kütahya'nın bir köyünde yaşayan Ahmet Uluçay'ın filmi, festivalde büyük ödülü göğüsledi. O, her şeye rağmen sinema aşkından vazgeçmeyen büyük bir yetenek
Yıllardır köşesinde, Kütahya'nın Tavşanlı ilçesinin Tepecik köyünde kısa filmler yapan, bir avuç meraklının dışında kimselerin tanımadığı, tam 50. yaşını süren bir sinemacı, birden gündeme geldi. Henüz ülkenin gündemine değil... O gündemde gerçek sanatçılara pek yer yoktur, biliriz. Ama dünya sinema odaklarının gündemine. Ahmet Uluçay adlı bu sanatçımızın Eczacıbaşı ödülü alan, yani en iyi Türk filmi seçilen "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" filmi, şenliği izleyen yabancı sinema adamları sayesinde birden büyük ilgi çekti, davetler almaya başladı. Şu anda filmi isteyen yabancı festivaller şöyle: Montreal (dünya galası için), Selanik (yarışma bölümü için), Toronto, Mannheim, Kiev, Hamburg, San Sebastian, Portekiz'de bir festival, vs. Bu festivallerde gösterilip ödül alırsa, Uluçay bizde de star yarışmalarının arasında belki gündemde kendine bir yer bulabilir! Uluçay, İstanbul'daki zaferin tadını çıkaramadan köyüne döndü. O, anlaşılan çevresinden ayrılınca sudan çıkmış balığa dönen ve "İstanbul büyüsü" denen şeye kapılmayanlardan... O yüzden konuşmamızı ancak mail yoluyla yapabiliyoruz. Ve ona sinema merakının nasıl başladığını soruyorum: "Bu soruyu ben de kendime sordum. Cevap harikaydı. İlkokul üçüncü sınıftayken, okula sinemacı geldi. Duvardaki görüntüyü görünce, bunun içimde bir karşılığı olduğunun farkına vardım. İçimde uyuyan suya bir fiske vuruldu sanki. Önce balıklar kaçıştılar. Sonra sualtı bitkileri yumuşak hareketlerle dansa başladı. Zihnim sürekli kendi görüntülerini üretmeye başladı. Yönetmen denen adamı tanımıyordum. Bütün marifetin projeksiyoncuda olduğunu sanıyordum. Bir projeksiyon aleti de benim olmalıydı. Arkadaşım İsmail Mutlu ile uzun uğraşlar sonucu tahtadan bir sinema makinesi yaptık. Yıllar geçti, projeksiyonun başındaki adam yönetmenle yerini değiştirdi. Ne bulursam okudum. Bir ara resme başlayıp sinema tutkumu avutmaya çalıştım. 1986 yılında 8 mm. bir kamera ve gösterici edindim.
1993 yılında bir Alamancı'dan aldığımız video kamera ile ilk kısa filmimi denedim. Becermiştim!" Festivalde hayranlıkla izlenen "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak", kırsal kesimde iki yeniyetme çocuğun büyüme ve bu arada sinema yapma tutkusunu anlatıyor. Onun, hepsinin çok ilginç olduğu söylenen 8 kısa filmden sonra ilk uzun film macerası.. Kısa filmlerine de yardım eden İFR-İstisnai Filmler şirketine ("Neredesin Firuze"nin de yapımcıları) 2001 baharında gelip şöyle demiş: "Bana 500 milyon verin, size uzun bir film yapıp getireyim". Ezel Akay, ancak bir video filmi için yardım edeceklerini söylemiş. Şöyle diyor: "Ben pelikül konusunda tutucuyum. Ama direnmedim, video ile çekmeyi kabul ettim. Belki böylece ileride çekmek istediğim 'Bozkırda Deniz Kabuğu', 'Kuzey Masalı' gibi projelerim için imkan doğacaktı. Bir yıl senaryo yazmıştım, filmiyse 35 günde çekip bitirdik. Evet, bu özyaşamsal bir hikayedir." Ulaçay acaba hangi filmlerle büyümüş, hangi yönetmenlere hayranlık duymuştu? "O zamanlar kasabada sinemalar vardı, şimdi yok. 'Bisiklet Hırsızları', 'Askerin Türküsü', 'Oliver', 'Yirmibeşinci Saat', 'Bülbülü Öldürmek', 'Sevgili Öğretmenim'... Türk sinemasından Metin Erksan ve özellikle 'Kuyu'. 'Kuyu' yu gördükten sonra artık yönetmen olmaya mahkumdum. Sonra Yılmaz Güney'in 'Ağıt' ve 'Acı'sı... John Ford, sonra da Leone westernleri... Görsellik çok önemliydi. Adını bile hatırlamadığım bir savaş filminde, Prag kentinin yağmurda parlayan parke taşları hala gözümün önünde."
EŞİM EN BÜYÜK YÖNETMEN Festivalde ödül alırken bunu eşine adamıştı. Niye? "Eşimi sinema tutkum yüzünden yoksulluğa mahkum ettim. Yoksulluk utanç da getirir. Hele bizim buralarda, sosyal yarışı kaybettiğin an, dışlanırsın. İnsanlar ahlaksızlığı bağışlayabiliyor ama acizliği asla. Çal, soy, yeter ki yoksul kalma. Ben Beyoğlu'nda, koltuğumun altında senaryolarla kapı kapı dolaşırken, evin faturalarını, çocuklarımın bakımını eşimin üzerine yıktım. Benim gibi bir sorumsuzu yönettiği için, o büyük yönetmendir." Filmin oyuncuları çocuklar. Onları nasıl yönetmiş? "Çocuklarla çalışmak kolay. Ego çatışması yaşamıyorsunuz. Evcilik oynar gibiyiz. Üstelik sanki onlar beni oyunlarına davet etmişler gibi oluyor." Peki, büyük kente gelmeyi düşünmüyor mu? "Hiç düşünmedim. Acı verecek kadar bir 'daüssıla' duygusu yaşıyorum, buradan uzak kaldığımda. Süre uzarsa, bu duygu beni öldürebilir. Kentin sineması da, cazibesi de içimde terbiye olmayan ilkel tarafıma hiçbir şey söylemiyor." Uluçay'ın ne yazık ki ciddi sağlık sorunları var. İFR'den yapımcı Serkan Çakarer anlatıyor... Filmi bitirdikten sonra bir beyin ameliyatı geçirmiş, çocukluğundan beri varolan bir ur alınmış. Şimdi ilaç tedavisi görüyor. Bir ara morali çok kötüymüş ama ödül ona moral vermiş. Filmin post-production'undan da sorumlu olan Çakarer, filmi Antalya'ya yetiştiremediklerini ama İstanbul için yeterli zaman bulduklarını söylüyor: "Nerede olursa olsun ve yaşarsa yaşasın, sinema yapacaktı o. En rahat mekanı da köyü. Sanırım hep orada kalacak." İşte bambaşka bir sinemacı portresi. Film sinemalara gelince lütfen gidip izleyin ve yetenek denen şeyin, icabında çamurda büyüyen bir çiçek gibi her yerde boy attığına siz de tanık olun. Buna değer...
|