Seninle bir dakika...
Türkiye'nin Eurovision tarihiyle, benim televizyonculuk tarihim eşzamanlıdır. TRT'nin "kadrolu" muhabiri olarak işe başladığım 1975 yılı, aynı zamanda TRT'nin de ilk kez Eurovision şarkı yarışmasına katıldığı yıldır. Televizyon koridorlarında tanık olduğum "müthiş" heyecan; bu mesleği seçmekle doğru bir iş yaptığımın da "sağlama"sı oldu o günlerde... O heyecanı ilk kez yaşayanlar ve yaşatanlarsa bugün hala sahnedeler... 29 yıllık bir uğraşın sonunda yarışmayı Türkiye'ye taşımayı başaranların; o ilk yarışmanın da "kahramanları" olduğunu kaç kişi hatırlıyor. Türkiye'de zor "zenaat"tir her yıl aynı "iş"i yaparak yıllara meydan okumak... İstikrardan öte bir şeydir yani... Genelde birileri pişirir, başkaları yer memleketimizde.. Adet böyledir işte... Hatta "pişiren"i de hatırlayan olmaz "ziyafet" masasında... Eurovision'un iki "Bülent"i; belki de başlarına gelecekleri bildiklerinden, bir an bile bırakmamışlar "Eurovision işi"ni.. 29 yıl önce "sahne önünde ve sahne gerisinde" görev alarak başladıkları bu yolculukta; uzun macerayı "Türkiye'nin ev sahipliği"yle taçlandırıyorlar. Zaman tünelinde yolculuk sanki; onları yeniden "Eurovision sahnesi"nde görmek... Hatıralar galerisinde gezinmek; ya da nostaljiyi hayata geçirmek beyaz camın ışıklarında... İnsana bir an; 1975 baharında yaşıyormuşuz hissini yaşatması da işin cabası... Aynaya bakıp da kendi kır saçlarımızı görmesek bilmeyeceğiz zamanın geçtiğini... Kendimizi 25 yaşında sanıp vuracağız sokaklara dizginlenemez heyecanlarla...
*** Halbuki 29 yıl nasıl da "yorgun" aktı ülkemin ve hepimizin üzerinden buldozer gibi... O "ilk" yarışmanın üzerinden birkaç yıl geçmemişti ki, kan gölüne döndü şehirlerin meydanları... Sokaklara çıkamaz olmuştuk akşam üstleri karanlıklar bastığında... "Eurovision şarkılarının ekranı"nda bir gece sabaha karşı "marş"larla da uyandık... "Parlamento ve hükümet, ülkenin içine düştüğü kardeş kavgasına..." Namlusunu TRT binasına çevirmiş duruyordu bir zırhlı araç... Oysa dahası da vardı sokaklarda bitmeyen kavgaların; o sabahın öncesinde... Petrol kuyrukları uzayıp gidiyordu mesela... Kaloriferler yanmıyordu günlerce... Battaniyelere sarılıp izleniyordu ekranlarda şarkılar... Televizyonlar da açıksa tabii, saatler süren elektrik kesintilerinden... Margarin de yoktu, zeytinyağı da; kahve de yoktu, ampul de... Asala terörü, Amerikan ambargosu, derken... Birden... Eruh ve Şemdinli'de patlayan silahlarla başladı onbeş yıl sürecek "düşük yoğunlukla savaş!.." Şarkılarsa devam ediyordu öte yandan... Arada Türkiye'de suların akışını değiştiren bir "Devr-i Özal!" Ve "İslamcı-Laik" tartışmalarıyla geçen 28 Şubat süreci... İki büyük ekonomik kriz... İki büyük deprem... Velhasıl... Yorulur insan hatırlamaktan!
*** Yorulduk işte hepimiz... Lakin... 29 yıl önce ilk kez dinlenen o şarkı; yorgun yılların üstesinden gelip hatırlanıyorsa hala... Direniyorsa zamana ve yaşananlara... Neye yormalı bunu da peki? Cevabı melodisinin de önüne çıkan sözcüklerinin sırrında saklı: "Seninle bir dakika; mutlandıyor beni... Bir dakika siliyor; yılların özlemini... Hasret tükenmez gibi; sevişmek bir dakika, "Sevmek bir ömür sürer; sevişmek bir dakika!" Her şey yeniliyor, her şey; aşk ve sevgi kazanıyor işte sonunda...
*** Sonucunu merakla bekliyorum bende... Hayır... Eurovision'un değil... Cuma gecesi ATV ekranlarında sahne alacak yarışmanın sonucunu... "Artık yarışmanın da, kazanmanın da önemi yok!" diyerek; birbirlerinin ellerini "sımsıkı" tutan iki genç insanın; kazanabilecekleri muhtemel "ödüller"i umursamayarak ve hayatlarının en büyük "armağan"ını çantalarına koyarak çıkacağı yolculuğu...
*** Sevmeseydik şayet ülkemizi de; geçer miydi sanki o sancılı 29 yıl... "Sevmek bir ömür sürer" miydi ya da korkuların ve acıların saltanatı altında...
|