Cehennemi olmayan gemiler
Aslında Çetin Altan'ın 37 yıl önce yazdığı bir yazıda geçiyordu bu sözcükler... Öteki satırların arasında kaybolup gitmesine izin verilemeyecek kadar önemliydiler. Kıyıdan denize bakan insanların mavi suların ortasında gördükleri kuğu gibi beyaz bir gemiye duydukları hayranlık ortak bir duyguydu. "Ah o gemide bende olsaydım!" hayıflanmaları ise bilinen eski bir şarkı. Ama Çetin Altan başka bir şeyi daha hatırlatıyordu: "O geminin kazan dairesi... İşte o uzaktan beğendiğiniz geminin hayatı buradadır. Burası göksüz, denizsiz ve köpüksüzdür. Canavar gibi yanar ocak. Isı ellibeşi geçer. Terler birikir yarısı çıplak vücutlarda. Uzaktan beğendiğiniz geminin içindeki cehennemi bilmeyiz. Oysa o cehennem yürütür o gemileri." Ve ardından asıl vurucu cümle gelir: "Ve cehennemi olmayan gemiler, ne kadar süslü olsalar da yürüyemezler."
***
Ne tuhaf!... Çetin Altan'ın o yazıyı yazdığı zamanlarda çekilmiş iki kare resmim duruyordu eskimiş albümümde. Belki de tam o yıl... Tam o günlerde... Kimbilir! İlk fotoğraf kuğu gibi beyaz bir geminin güvertesinde mavi bir gökyüzünün altında bembeyaz üniformaları içinde bir "genç adam"ı resmediyordu. Güneş öylesine parlaktı ki gözlerini kısmak zorunda kalmıştı ister istemez. İkinci resimde ise, aynı genç adam, sadece birkaç saat sonra, aynı geminin makine dairesinde, gece vardiyasında görünüyordu. Bembeyaz üniformaların yerini haki renkli işbaşı tulumu almıştı. Vardiyadakilerin hepsinin üst kısımları çıplaktı, kapkara yağ ve "kan-ter" içindeydiler. Bunaltıcı sıcak o tek kare resimde bile hissediliyordu. Dolayısıyla... Genç adam daha o zamandan biliyordu ki.. "Cehennemi olmayan gemiler, ne kadar süslü olsalar da yürüyemezler..." Çetin Altan haklıydı yani...
***
Hayat kavgasının sonu bilinmez yolculuklarında etrafımıza bakıyor ve süzülerek giden beyaz gemilere gıpta ediyoruz. Güzel olmakla da kalmıyor, hızla süzülüyorlar beyaz köpükleri kabartarak uskurları peşi sıra. En önce onlar varıyorlar varmak istedikleri limana... Onlar demir atıyorlar dünyanın en güzel koylarına... Lombozlarından onlar seyrediyorlar dünyanın en harikulade manzarasını. Ilık muson yağmurları onların güvertelerine yağıyor uzak diyarlarda; pasifik güneşleri onların "köprüüstü"ne doğuyor pembe şafaklarda... Gıpta ediyoruz... Kıskanıyoruz gizliden... Lakin bilmiyoruz işte içlerindeki cehennemi... "Kazan"ılmış bütün hayat hikayelerinin "kazan" dairelerinde en harlı ateşlerin yandığından haberdar değiliz... (Sabancı'nın da mesela; cennetini seyrettiğimiz kadar cehennemini de düşündük mü hiç "arka oda"daki?) Evet, haberdar değiliz en güzel şarkıların hangi yürek yangınlarından sonra doğduğundan... Bacalarından en baş döndürücü tütsülerin yayıldığı ocaklarda alevlenmiş hasret türkülerinden de... Yeni milenyumların "akşamdan sabaha" tüketilen "aşk parodileri"yle oyalanırken; geçen "yüzyılın aşkları"nın, dokunanı kül eden "kıpkızıl nar"ından "bihaber" olduğumuz gibi... (Can da olmasa!..)
***
Öyle işte... Bazen tasavvuru imkansız bir "emek" kavrulur gemilerin "cehennem" dairesinde... Bazen gizlenmiş bir acının çeli- ğine su verdiği ya da ateşin örsle çekiç arasında şekillendirdiği hayatlar köpürtür suları uskurlarında... Çünkü... "...cehennemi olmayan gemiler, ne kadar süslü olsalar da yürüyemezler!.."
|