Fişleme ile asker şişleme
İlkecilikle fırsatçılığın karıştırıldığı toplumumuzda, 'fişleme' vakası, -Batılılaşma maceramızın başından beri yaşadığımız- 'aydın sefaleti' yine öne çıkardı. Yeri geldiğinde askere yönelik eleştirilerini dile getirmekten hiç sakınmayan ama bunu yapmaktan zerre kadar zevk almayan, aksine acı çeken bir vatandaş olarak, sinsi bir TSK düşmanlığı kampanyasına dönüşen 'fişleme tartışması'nı esefle izliyorum.. Vaktiyle aşırı sol fırınlarda pişip de şimdilerde liberal demokrat vitrinlere konuşlanmış pek çok ahkamcı, sanki Ordu'dan eski 'anti-komünist' icraatların intikamını alıyor. Görünürde kutsal terim ve kavramlar adına kaygı dile getiriliyor: -Hukuk devleti, demokrasi, özgürlük, bireyin mahremiyeti, insanlık onuru, Avrupa Birliği, vesaire.. Bu ilkeci kaygıyı yürekten paylaşmayan namerttir! Ancak, ilkecilikle fırsatçılığı birbirine karıştırmaya itiraz etmek de namus borcudur! Fişleme olayıyla patlayan kampanya öyle şehvetli bir saldırganlık içeriyor ki, 27 Mayıs'la ihtilalcilik veya ihtilalle eş anlamlı müdahalecilik sürecini başlattıkları günden beri kendi kurumlarına zarar üstüne zarar veren askerlerin hataları önemsizleşiyor. Bu saldırılar artık faşizan tavırlara karşı çıkmaktan, militarizme tepki göstermekten öteye geçmiş, doğrudan TSK'yi aşağılama kampanyası niteliğine bürünmüştür. Fikriyatı gereği dün veya bugün TSK'ya savaş halinde olan bütün kalemler seferber olmuş, linç eylemine iştirak etmişlerdir.. Sözde yüksek ilke ve değerler adına 'fişleme' ve benzeri uygulamaları eleştirenlerin salya-sümük sergiledikleri bu horlama şehveti, insanı ister istemez 'güdümlü bir kampanya ihtimali' ile karşı karşıya getiriyor.. -Vay, sen fişlemeyi onaylıyor musun? Tereddütsüz belirteyim ki, kişisel olarak kendimle ilgili bütün fişlemeleri onaylayabilirim ama başka hiç kimsenin fişlenmesine rızam yoktur. Her isteyen beni fişleyebilir! İster asker, ister polis, ister MİT, ister CIA, ister MOSSAD, ister BND, ister o, ister bu.. Hiç tasam yok. Kusursuz ve günahsız olduğum için değil.. Kusursuz ve günahsız insan olmadığını bildiğim, ama, kimsenin adamı konumuna düşmediğim, daima özgür düşünce ile yazıp söylediğimden emin bulunduğum için.. Lakin başka hiç kimsenin, hiç kimse tarafından fişlenmesini onaylamam! Fişlemek başka, muhtemel suçlu ve muhtemel düşmanı izlemek başka iş. Fişleme hemen daima kötüye kullanılabilir bir yöntemdir. Ancak, muhtemel suçluyu ve muhtemel düşmanı izlemek, devlet denen yapının ilk görevidir. Hatta, bir yapı muhtemel suçluyu ve muhtemel düşmanı ne kadar başarı ile izleyebiliyorsa o kadar devlettir! Yalnız, izleme ile fişleme de her an birbirine karışabilir. Bu yüzden de Batı'dakiler gibi, mümkün mertebe 'hukuk devleti' olarak kalabilmek için yargı denetimi şart. (Kusursuz hukuk devleti halen sadece bir hayaldir; ABD'de 'Ulusal Güvenlik Yasası' yüzünden pek çok pislik, yargı denetimine kapalı ve örtülüdür.) İzleme veya fişlemeyi, şu veya bu ölçüde birbirine karıştırarak her devlet yapıyor. Hem kendi vatandaşlarına yönelik olarak, hem de çıkar kovaladığı başka ülke vatandaşlarına yönelik olarak! 'Bana ne, benimki yapmasın' diyen, 'Herkesin devleti olsun ama benim olmasın' demektedir. Bu konuyla ilgili ilk yazımda da kaydettiğim gibi, İsviçre dahi aynı işi yapıyor! Şu an bize 'sizi tam üye olarak alıyoruz' diyerek betona serili bir mavi brandayı havuz diye gösterseler balıklama atlayacağımız AB'nin ağababası Almanya, bırakın kendi ülkesindeki yabancıları, ülkelerine kesin dönüş yapmış Türkleri bile izliyor ve fişliyor. Ha, bunu bizdekiler gibi yüzlerine gözlerine bulaştırmıyorlar ama aralıksız yapıyorlar. Hatta, bu insanlarımızdan 'eleman' bile devşiriyorlar. Özellikle de kendisini bu ülkenin ve bu toplumun ana omurgasına bağlı hissetmeyen unsurlardan olanları daha kolay kazanıyorlar. ABD'nin uzun kolları da burada müthiş bir fişleme düzeyinde izleme çalışması yapıyor. Medyada kimin aşırı olduğunu, kimin dost davrandığını isim isim belirliyor, sonra da uygun gördüklerini 'yeşil yeşil' ödüllendiriyor.. Bu tip dış ağababa fişlemeleri ile ilgili pek tasası görülmeyenlerin içeride aslan kesilmeleri; devlet olma özelliğini yitirmiş Türkiye'nin sivil iradeden kopan ve dolayısıyla zıvanadan çıkan 'istihbarat' işindeki zavallılıklar fırsat bilerek orduyu müthiş bir zevkle aşağılamaları, 17 Ağustos 1999 depreminden daha korkunç bir milli afettir. Asker bu fayı tetikleyen yapay veya doğal unsurları önce kendi içinde aramalı..
|