İçinde "hayat" yok çoğu hayatların!
On dört yaşındaydım. Tren İstanbul'a yaklaşırken sağ tarafımda denizi gördüm. İzmit körfezinin suları o zaman daha kirlenmemişti... Öyle; masmavi, sessiz ve dingin uzanıyordu... Bundan böyle "deniz"le haşırneşir olmak mesleğim olacaktı. Oysa, ne bir kez bile kulaç atabilmiştim sularında; ne de ufacık bir sandalın küreklerine asılabilmiştim beyaz köpüklü dalgalara karşı. Yabancıydım yani denizlere; İstanbul'a yabancı olduğum kadar. İstanbul ne kadar gurbetse bana, deniz de kocaman bir yalnızlık demekti serin ve karanlık sularında. Sonra her "liseli" gibi bir şiir defterim oldu benim de Kendi mısralarımı karaladığım. Lakin "hakiki bir şair"in iki satırlık dizesi, baş sayfayı süsledi kocaman bir deniz resminin altında yıllarca: "Denizi görmeyen şehirde Nasıl yaşanır söyle!..."
*** Denizi tanımadan denizci oldum ama çok sürmedi keşfetmem; denizsiz bir hayatın imkansızlığını... Deniz; dingin sularında masum sevdalara, dalgalı kalkışlarında arsız ve günahkar maceralara davetiye çıkartan bir kışkırtıcıydı hayatımızda. Başı yoktu ve sonu görünmezdi asla. Hayatın kendisi gibi.... Sanki "uçsuz-bucaksız" ve sanki bitmeyecekmiş gibi gelirdi görünmez ufuklarda. (Hiç ölmeyecekmişiz gibi yani!) Denizde başınızı geriye çevirip baktığınızda "baş"ı yoktu işte. Geride bıraktığınız limandan daha geride olanı da vardı belki... Yolculuğa ilk başlananı; ama ondan da "evvel"i, mutlaka... Gözlerinizi ufka diktiğinizde ise; varılacak bir liman varsa da uzakta, hep ondan sonrası da vardı ötede, ondan da ötesi hatta... Yine de başı-sonu olmadan, o "an"da demir atılan liman, denizin kokusu içinize çekilerek yaşanan "asıl" limandı... Önünüzde uçsuzbucaksız uzanan suların, hayalleriyle süslediği o "an"dı. O... Hayattı işte... Ve derdi ki size: Ne dün yaşanabilir yeniden... Ne mümkündür yarını yaşamak şimdiden. Ama, bugünü dibine, en derinine kadar yaşarken de; vazgeçemezdiniz sınırsız ufukların sunduğu hayallerden... O da... Denizdi işte... Deniz!.. Başı olmadığı ve sonu görünmediği için; menzilini hiç bilmediğimiz "hesapsız-kitapsız" yolculuklara çıkartırdı bizi, her günün şafağında. Ve aşkta, ve işte, ve bedelsiz dostuklar ve pervasız arkadaşlıklarda; "sonsuz" ufuklarını "emsal" gösterirdi durmadan hayata... Ve şair, haklı olarak derdi ki: "Denizi görmeden Nasıl yaşanır söyle!"
*** Pencereden dışarı bakıyorum... Seçim otobüsleri geçiyor sokaklardan... Kocaman "aday" resimleri, flamalar, bayraklar... Hoparlörlerden yüksek volümlü şarkılar yükseliyor... Anlaşılmaz "ihtiras"ların bozuk ve akordsuz melodileri sanki... Ya da öyle geliyor kulağa belki, seslerin ölçüsüz tınısından... Ama bir şey var işte... Yıllar önce söylemişti "çok bilmiş" biri: Bu ülkede içinden "aşk" geçmeyen evlerde yaşıyor milyonlarca kişi... Ve yine bu ülkede içinden "hayat" geçmeyen hayatlar yaşıyor kimileri... Sanki... Bu sokaklardan "hayat" geçmiyor gibi, art ardına seçim otobüsleri geçerken gürültülerle... Ya hayal denizlerinde ıslanmamışlar hiç! Ya bir kere bile deniz görmemişler hayatlarında!.. Ya da yazmamışlar o "garip" şairin satırlarını, on dört yaşlarının şiir defterlerine!..
|