Türk'ün Türk'e -aleyhte- propagandası
Türkiye'nin Kıbrıs için müzakereleri yeniden başlatma çabası bazı meslektaşlarımızda müthiş bir heyecan uyandırdı: "Kırk yıl boşuna niye bekledik, bu adımları niye daha önce atmadık?" Kırk yıllık gazetecinin 23 Nisan çocuğu coşkusuyla yönelttiği soru Başbakan'ı hiç heyecanlandırmadı.
KKTC'ye uygulanan ambargoyu hatırlattı; çözümsüzlüğün sadece Türk tarafına fatura edilmesinin haksızlık olacağını sakince kaydetti. Bir 'müzakere girişimi'nin ardından kendisine zafer taklası attırmak isteyen gazeteciye uymadı.
Ayrıca; -Kıbrıs'la ilgili ağır tavizler vermeyi göze almaktan mı, yoksa karşı cephenin katı tutumunu değiştirmeyeceğini kestirmekten mi; bilememçok da iyimser görünmemeye çalıştı. Kendi elimizi kendi dilimizle zayıflatarak giriştiğimiz bu hamlenin hayırlı sonuç vermesi için niyazda bulunurken sorgulamayı ihmal etmemeli: Toplumumuzun 'palavra' hastalığı tek yönlü mü? Her kötülüğün başı 'Türk'ün Türk'e propagandası' mı?
Dahası; 'Türk'ün Türk'e karşı aleyhte propagandası' da hayatımızın önemli bir boyutu değil mi? Herhalde; aşırılığımız sadece kendimizi yüceltmedeki abartılarımızla sınırlı değil. Kendimizi vahşice aşağıladığımız da inkar edilemez. İşin ufuk karartan yanı; her iki aşırılığı kutupçu bakışla eleştirme geleneğimiz.
Bir tarafa göre her türlü felaket ve sefaletimizin altında yatan açıklayıcı sebep büyüklük kompleksimiz, öteki tarafa göre de aşağılık kompleksimiz. İki taraf da sadece karşısındakini aşırı buluyor: Milli tarihinizle pek gurur duyuyorsanız 'Türk'ün Türk'e propagandası'ndan mağdur hasta ruhlu zavallılarsınız!
Bilimsel (!) toptancılık Yok eğer, Batı karşısındaki gerileyişimizin, tarihte de zaten bir halt olamayışınızdan kaynaklandığına iman ediyorsanız aşağılık duygusu içinde kendi kimliğinden tiksinen bir 'kayıp nesil temsilcisi'siniz! Toplum bu iki toptancı teşhisin kıskacında.. Aydınların yarısı milletin tarihini cennet, öbürü de cehennem olarak görürken, medya da düne, bugüne ve yarına bu iki gözlükten biriyle bakarken siyasetçinin dengeli davranabilmesi, geçmişin hatalarından ders çıkarıp sağlam yanlarından ilham alması nasıl mümkün olabilir? Milli Eğitim artık -doğru veya yanlış- hiçbir şey vermediği için, toplumu yönlendiren güç, iki kutuplu aydın yapımız: Biri kendini 'ilerici', öbürü de 'muhafazakar' yaftasıyla tanımlıyor.
Eğitimin bomboş bir kafa ile 'yükseltilen yükselen değerler' kumpanyasına teslim ettiği insanımıza, iki kutuptan sadece aşırı ve gerçek dışı bir telkin gelir!
1- Türk'ün Türk'e propagandası: Sen büyük bir ülkenin, benzersiz bir milletin çocuğusun; iyi olmak istiyorsan geçmişine, milli ve manevi değerlerine sımsıkı sarılacaksın. Bunun için bütün dünya ile savaşmayı göze almana değer. Tarihte senden yücesi yok, gururla haykır; uygar ve üstünsün! 2- Türk'ün Türk'e karşı aleyhte propagandası: Sen basit bir ülkenin, geçmişi berbat bir milletin çocuğusun; iyi olmak istiyorsan her şeyi Batı'dan alacaksın. Bunun için vereceğin her şeye değer! Tarihte senden kötüsü yok, itiraf et; barbar ve ilkelsin!
Sanal ve banal toplum Bu ikili bombardıman altında Türk insanı, gerçeği sadece iki zıt renk içinde algılamaya mahkum değil mi?
- Her kötülük bize Batı'dan geldi. - Hayır, her kötülük bizden kaynaklanıyor! Bu kadar basit olabilir mi? Ne yazık ki bu kadar basit yaşıyoruz. Basit ve yapay! Oysa bize Batı'dan çok kötülük geldiği gibi, kendimiz de bir o kadarını irtikap eyledik.
Üstelik dışımızdan gelen kötülükleri etkisiz hale getiremeyişimiz de nihayetinde bizim eksikliğimizdir. Tabii ki bu da çok karmaşık bir sentez değil.. Basit ama doğal! İki halin arasındaki oluşlara zaman zaman değinilse de, bu kutuplaşma şaşmaz bir etkinlikle hükmünü sürdürüyor.
Böyle bir ülkede insanların kendilerini ve başkalarını doğru tanımaları beklenebilir, kutupların birbirlerini anlaması düşünülebilir mi? Kıbrıs için de bu basit yarılmayı yaşıyoruz.
- Çözümsüzlük sadece Türkiye'nin ayıbıdır. - Hayır önyargılı Batı'nın cürmüdür! Bir ülkenin en seçkin aydınları bile böylesine toptancı suçlama veya önermelerle ömür doldurabiliyorsa, orada hiç kimsenin işi kolay değildir. Yalnızca hainlerin ve kahramanların yaşadığı bir yer gerçek olabilir mi? Yöneticileri ya hain ya kahraman olan bir devlet 'sanal' değil de nedir?!
Böyle bir devletin 'müzakere sürecini yeniden başlatma' çabası, dileyelim ki 'sanal' bir girişim olmaktan ileri gitsin.. Hiç değilse, 'Türk'ün Türk'e propagandası'ndan illellah demiş bulunan aydınlarımız ve dış dostlarımız (!) Türkiye'yi müzakerede zannetsin! Bu da bir şeydir.
|