Şeytan'a Taşlanmak
Tam da 'Şeytan Taşlama' yerindeki Hacı kayıpları ile ilgili olarak İslam Dünyası'na yönelik özeleştiriye niyetlenirken Konya'daki facianın çaresiz seyircisi durumuna düşünce utançtan kızarıp kaldım. İnsan hayatına değer vermemeyi, çarpık bir 'tevekkül' anlayışı ile adeta 'dinin gereği' haline getirmiş bir kültür çevresinin mensubu olmak benzersiz bir kahır. Meydana çıkış şartları açısından bu iki olayın somut bir benzerliği yok. Hatta çok anlamlı daha doğrusu çok anlamsız- bir zıtlık var. Belki de asıl ders bu zıtlıkta: Hicaz'daki faciadan ötürü hiçbir kimseyi ve hiçbir kurumu yerleşik evrensel kabullerle hukuken sorumlu tutamazsınız. Suudi makamları, paranın ve çağın teknolojisinin böyle bir olay için öngörebileceği bütün tedbirleri almaya çalışırlar. Özellikle 'çalışırlar' diyorum; çünkü bu çaba ancak 'hukuken' sorumlu olmaktan çıkmaya yetecek yüzeyselliktedir. Örgütleyicilik açısından pek hünerli değillerdir ama para ile yapılabilecek olanları gerçekleştirmekte cimri davrandıkları da söylenemez. Sözgelimi, 'Şeytan Taşlama' yerindeki 'katlı gidiş geliş' imkanı, bu yönde tedbirler için fikir verici bir örnektir. Dolayısıyla, oradaki ölümlerden ötürü sanık sandalyesine oturtabileceğiniz herhangi bir Suudi kurumu veya bireyi bulamazsınız.. Konya'daki faciada ise mutlaka yakasına yapışılacak ve hukuken bedel ödetilecek failler mevcuttur.. Orada para, -ithal de olsa en gelişmiş- teknoloji ve hatta iyi niyet, burada ise adeta doğrudan doğruya insan hayatına kasıt var.. Faili-Malum cinayet Bu zıtlığa rağmen iki faciadaki ortak nokta yine 'insan hayatına değer vermezlik'tir.. Aksi halde, neredeyse her Hac mevsiminde tekrarlanan bu 'facia geleneği'ni açıklamak mümkün değil.. Evet, tek kelime ile 'gelenek' demek durumundayız! Bu şartlarda; en az üç milyon insan, o kadar sınırlı bir zaman dilimi içinde 'Şeytan Taşlama'ya devam ettikçe, izdihamdan ölümlerin yaşanmaması değil, yaşanması doğaldır.. 'Bu şartlar' derken pek tabii bir sürü dini 'kayıt' ve bir sürü beşeri gerçekliği kast ediyoruz. Sözgelimi 'İlmihal' kitapları, orada, Şeytan'ı simgeleyen dikite üç-beş metre kadar yaklaşmayı, atılacak taşları hedefe veya yakınına isabet ettirmeyi öngörür. Yaklaşık üç milyon insan, üç gün birer defa yedişer taşı bu yakınlıktan isabet ettirebilmek için didişmeye, halkaları dalgalandırmaya, ölümcül panik üretmeye mahkumdur. Hacı adaylarının en çok onbinleri bulabildiği çağların 'İlmihal' kuralları ile üç milyon insanı aynı göreve koşturmak -sadece bu ölümcül sorunu aşamamak bile- İslam Dünyası'nın kendini güncelleştirme (=Tecdit) yeteneğinden yoksunluğunu kanıtlamaya kafi değil mi? İşin bundan daha azap verici tarafı, orada insanın canına fiilen, kurbanlık hayvanın telef olacak eti kadar değer verilmediğini gösteren uygulamadır: Malum; Hac'ın en önemli 'vecibe'lerinden biri Kurban kesmektir. Yaklaşık çeyrek yüzyıl öncesine kadar her Hac mevsiminde yüzbinlerce hayvanın eti heba olup gitmekte, sistemsiz ve dağınık kesim yüzünden sağlıkla ilgili ciddi tehlikeler yaşanmaktaydı.. Kahreden mukayese Nihayet bu sorun 'vekalet vererek kurban kestirme' yöntemi çerçevesinde çözüldü. Böylece hem hastalık üreten keşmekeş büyük ölçüde önlendi, hem de kurban etlerinin yoksul Müslüman ülkelerin perişan insanlarına ulaştırılması mümkün hale geldi.. (Bu sistemin Suudi yetkililerce kötüye kullanıldığı yolunda bazı şüphelenenler bulunsa bile, şimdiki durum muhakkak surette eskisinden hayırlıdır.) Peki ya 'Şeytan Taşlama' işinde bu 'vekalet' imkanından sistemli bir şekilde yararlanmak neden mümkün olmamaktadır? Kurbanın zayi olabilecek etleri konusunda gösterilen duyarlılık neden insanın hayatı için sergilenemez? Herhangi bir Hacı adayı, sağlığı elverişli olmadığı zaman 'Şeytan Taşlama'yı vekalet yöntemi sayesinde başkasının eliyle gerçekleştirebiliyor. Fakat bu yöntem, sağlıklı Hacı adayının orada izdihamdan ölme ihtimalini ortadan kaldırmak için yaygın bir örgütlemeyle değerlendirilemiyor. Hiç şüphesiz bu 'çıplak' bir kötülük değil! Aklımıza gelebilecek 'en gaddar' yetkili bile herhalde bilinçli bir şekilde kurbanlık hayvanın etini insanın canına tercih etmez! Sorun, İslam toplumlarındaki teorik ve duygusal gerilemenin çarpıklaştırdığı tevekkül anlayışında düğümlü olsa gerek. Bu çarpık tevekkül, Allah'a ve kadere teslimiyet değil; zihinsel ve duygusal tembelliğe gömülmektir. Biz Şeytan'ı taşlamıyoruz, o bizi taşlıyor.
|